6 Nisan 2007 Cuma

Sevdan sabah serinliğinde ak bir yol

Merhaba,
Yaşamak; bir deneyin kültürü...... Yaşamak; özgürce.... Yaşamak; bir sevgi yaratarak!..... Ne yazık ki bizler, bir süre sevilip sonra unutulacağız. Ve sevgimizin, bir sevgi yarattığını yadsıyarak belki de yoksayacağız birbirimizi. En insan yanımızı ortaya koyarak soracağız..... Kimiz biz ?? Neyiz?? Biz diye başlayan bir sürü cümleler sıralanacak art arda. Ben de; biz diye başlıyorum sevgili küçüğüm. Biz diyorum; düşüncelerimiz, anılarımız, düşlerimiz için en büyük birleştirici güçlerden biri değil miyiz? Biz; geçmişin, bu günün ve geleceğin tek kurtuluşu, inancı, umudu ve sabrı değil miyiz? Çoğu zaman iç içe, kimi zaman birbirimize zıt düşen, kimi zaman da birbirimizi uyaran dost, arkadaş, yoldaş değil miyiz? Biz; birbirimizin yaşamında kazanılmış değerleri koruyan, sürekli kılan, bu uğurda acı çeken değil miyiz? Biz kimiz küçüğüm, neyiz? Biz sevdiğim; birbirimiz gökten inen fırtınalara olduğu kadar, süreç içerisinde yaşadığımız fırtınalara karşı da ayakta tutanız. Aynı zamanda hem bedenimizle, hem ruhumuzla yaşadığımız acılarız, hasretleriz, hayalleriz, yasaklarız. Biz; bir başına düş kurmanın yalnız sığınaklarındaki sessizliğin tadına yine bir başına varanız. Biz; kurduğumuz düşlerde birbirimizin beşiği, sıcacık korunağı, katıksız aşıyız. Biz; geçmişle yitirilen zamanın peşine düşüp, yıkılıp gitmiş süreleri yeniden yaşayamayacağımızın bilincinde olmamıza rağmen umutsuzca zamanın akışını durdurmaya çalışanız. Ne dersin küçüğüm? Yoksa biz uzun yalnızlıklar sonunda, somut zaman fosillerini mi bulduk birbirimizin içinde? Bu yüzden mi bütün kapılar kapalı, bütün perdeler inik? Bu yüzden mi bütün yürekler sağır, dilsizler uzak, gözlerin bakışı yok? Bu yüzden mi yorgunum. Ölüm için bile? Yaşadıklarımız çoktan anı oldu. Anılarımız devinimsiz, her biri yerleştiği ölçüde sağlamca tutunmuşlar yerlerine. Bir sis bulutu arkasında giz yüklü, bağlayıcı ve yazgımız üzerinde baskılı. Sevgim bir sevgi yarattı. Ama kısacık Ama küçük mutluluklarla dolu, ta ki !........ Ve bir alıntıyla şöyle devam ediyor yazar; 'Ancak kısacık ve küçücük mutlulukları olabilir sıradan ve sahici insanların, bunu fark etmezler bile ve bunu sadece şairler fark edebilir belki. Kısacık ve küçük mutlulukları, sıradan ve sahici insanların; ancak şiire dökülebilir, şiir olabilir, başka türlü anlatılamaz. Kısacık ve küçücük mutlulukları sahici insanların ömre bedel olur. Bu bedeli hiçbir sıra dışı varsıl ödeyemez, parası pulu yetmez. Upuzun ve kocaman umutsuz mutlulukları yetmez. Zira her şeyleri vardır varsılların, umuda ihtiyaçları yoktur. Ve her şeylerinin var olduğunu sanan varsılların sadece umutları yoktur .Oysa, hiçbir şeyleri yoktur sıradan ve sahici insanların. Ancak kısacık, küçücük mutlulukları olabilir ve upuzun, kocaman umutları...... Bunu ancak sahici insanlar bilebilir, duyumsayabilir. Sahici ve sıradan insanlar bunu fark ettikleri zaman umutları devinir; DEVRİM olur.......' Sen kimsin? Nesin? Ne zaman yitirdin upuzun ve kocaman umutlarını? Kısacık, küçücük mutluluklarını hangi korkulara gizledin? Hatırla sevdiğim!!! En son nasıl bir resimdin ve bundan ötürü pırıltılıydı düşlerin? En son hangi Eylüldü aklında kalan? Ardında kalan ayak izlerinde kim iz sürüyor hala, peşin sıra? Ne zamandır yok sayıyorsun ve de ayıp; yaşamayı kendi adına? Sen hiç ağlamaz mısın? Sen hiç hüzünlenmez misin? Koparıp zincirlerini bir sabah vakti, bir sevdaya yoldaş olabilir misin? Yaz mevsiminde isyanı yaşayabilir misin yıllar süren bir suskunluğun ardından? Sonbaharda geçmişinle hesaplaşabilir misin, kış mevsiminde yenilgini yaşayabildiğin gibi? Peki!!!! Beşinci bir mevsimin de olsun istemez misin? Dört mevsimin İlk bahar olabildiği, gündelik hayattaki özensizliğin kırıldığı, iç dünyandaki çelişkilerinin aşıldığı yeni bir mevsim....... Hemen şimdi!!. Hemen şimdi DEVRİM Hemen şimdi!!!. Ya yaşamak ? Hemen şimdi.......... Sen sevdiğim; anlatabilir misin çocuk gözlerinle mutluluğu bir resimde? Kuralsızlığın kurallarını koyabilir misin? Karanlığın kenarında kızıl bir ateş yakabilir misin, tüm evreni aydınlatacak? Yaşadıklarını, Yaşamadıklarını, Yaşamak istediklerini, istemediklerini, yaşamayı, yaşamamayı anlatabilir misin kendine? Yitirilen çocukluğunu, yani yetmeliğini, genç yetişkinliğini yaratabilir misin yeni baştan? 'Sevdin mi seveceğin tüm kadınları? Yazdın mı yazacağın tüm şiirleri? Yattın mı yatacağın tüm mahpushanelerde? Geçtin mi geçeceğin tüm şehirlerden? Bütün uykularını uyudun mu? Gördün mü göreceğin tüm düşleri? Yitirdin mi tüm yitireceklerini? Dokundu mu tüm güzelliklere, ellerin, gözlerin, dudakların, bedenin? Diyebilir misin? Söyledim söylenecek tüm türküleri? Türkülerin sevdiğim; on beşinde; varoşlarda çığlıklanan kerpiç bir ev, on yedinde; çıkmaz bir yol, yirminde; taş kuyunun dibinde patlamaya hazır bir öfke, yirmi ikinde: bir kadının yarı ürkek teni, yirmi beşinde; hürriyetin dağlara vurduğun, çiçeklerin rengi yirmi beşin... Yoksulluğun, yorgunluğun, cigaranın ucundaki yüreğin. Dilledikçe; soğuğu, özlenen o sıcaklığa, karanlığı aydınlığa döndüren türkülerin. Bir başka sevdanın aleviyle yüklü aklından geçenlerde türkülerin. Kendinden gizlediklerinde, gizlemediklerinde. Okşadığın tende, giden gecede, hüzün e, onda bende, Anadolu’da bir dağın mavisinde, belki de yüreği yağmur altında bir kentte. Üç beş ay önce, geçen hafta, dün akşam, bugün, şimdi, hemen...... Vuruyor kurşun yarası gibi, yanık, yiğit, sıcak sesinle çığırdığın türküler.. Şimdi sabaha dönüyor gece. Gerçeğe karşı kendime sığınmalıyım. Seni sana, beni ben’e bırakmalıyım ya!!::: Son kez öpmeliyim dudaklarını, sarı lale kokan tenine son kez dokunmalıyım ve gitmeliyim, iri dalgalı yalnızlıklarda, anıları irin toplayan yaralara gömene dek....... Sana içimi susturdum küçüğüm, sana sustum; içimin içi susmuyor. Yalnızlığı, özlemi büyütürcesine, ince bir sızı gelip çörekleniyor, yüreğin duymuyor.... Dönüp dönüp geldiğim hep aynı başlangıç yavrum, iki gözümün bebeği yani; sevgilim, sevdiğim, uğruna sürgünlere gidip, geldiğim, yani; bitişim, bitiremeyişim, acım, direnişim, seni senden sakladığım, saklayamadığım, saklamaya çalıştığım yüreğim... Ömrümüz yetmeyecek gibi görünüyor, kısacık ve küçücük mutlulukları yaşamaya. Kendini tükettiğin gibi, gün gelecek fırtınaların, boranların, tayfunların bir yıldırım çarpımı parçalayacak beni ve sevdamı. Korkarım buna sevda da yetmeyecek...... Yine de senden bir şeyler bırakmalıyım geriye. Güzellikler kalmalı anılarda. Hoş bir gülümsemeyle, belki de biraz gözyaşıyla hatırlanacak şiirler, sesler, dizeler kalmalı senden geriye... Sevdam, bir sevda yarattı; toprağın, taşın, yaprağın içinden gözlerinden, ellerinden, teninden. Gül kokundan, lacivertten, yeşilden. Bir sevda yarattı sevdam; ay doğarken hüzünlenen denizden, on yıl geç kalan bir yolcunun gara girişi gibi Sevdam; sabah serinliğinde ak bir yol, bir ırmak kıyısı, ince ince göz alabildiğine yağmur, biraz Eylül biraz Nisan’da hüzün, bir sevda yarattı sevdan; ama zor, ama uzak, ve bıçak yarası gibi, Ve yasak, Ve MUCİZE.............

Hiç yorum yok: