20 Nisan 2007 Cuma

Tutuştur Gönlümü Sevdandan Yana

Tutuştur gönlümü sevdandan yana
Kimsesizlik yarama bir merhem olsun.
Uzatsan elini usulca bana
Elini tutmazsam bu el kor olsun.

Ne olur aşkından bir zerre bana
Ulaşsa benliğime "ben"im yok olsun.
Açsan kapılarını usulca bana
Kapından girmezsem beden kor olsun.

Aydınlat dünyamı nurlu semanla
Karanlık yanlarıma bir ışık olsun.
Akıtsan şefkatini usulca bana
Sana adanmayan yürek kor olsun.

Genişlet yüreğimi sabırdan yana
Tükenmişliğime konulan bir nokta olsun.
Koşarak gelmezsem ilâhî dergahına
Bu yürek, bu beden yansın! Kor olsun...

Tuba Bilgin

Dönülmez Lahzalar

gel zaman geldi,
git zaman gitti
geçti ömrün nevbaharı...
yeşerdi yaralar kardelen vaktinde,
sînemizde ne çok kışlar eridi
gel zaman geldi, git zaman gitti...
kaç insanın dil-i ruhsârı yazıldı suya,
kaç dimağ kenarına şiirler kazındı...?
kırıldı güneşlerin tutunulan ışığı
ve anlamsız şekiller çizildi ay'a
kaç insanın dil-i ruhsârı yazıldı suya...?
yorulmadı dişleri sıkarken devrânın
gönül göçlerine düştük uçurum gibi...
arasat düşlerinden uyandik.
bir yanımız gülistândı
bir yanımız yangın,
yorulmadı dişleri sıkarken devrânın...
dönemedik huzur dolu o lâhzalara
yitti gönül yüzlü dostun cândan içre adresi...
mahkum kuşlar gibi çığlık çığlığa,
alnımıza çalındı bir mutlak kara,
dönemedik huzur dolu o lâhzalara..

Seyfullah FATİH

Kentin Aşk Gerillası

KENTİN AŞK GERİLLASI

bir gelincik tarlasıyla bir molotof
kokteylini karıştırırsak aynı cezvede
fincana dökülen ben oluyorum
öfke’ye yaslanarak dik
durabiliyor hayatın ortasında kalbim
parmaklarımın arasından dökülen uçurtma
gölgeleri,mor bir düğme
gibiyim yalnızlığa ilikli
bu gece kadehlere bölüştürdüğüm
Güzel şarabın Marmara’lı Nilgün’ü
Ömer Hayyam ve ben şarâbi
rubailer okuyoruz hüznün yüzüne karşı
Aşk yakamızdan düşsün için

(aslında her Aşk yanmaya bir bahanedir
kendine dönen bir pervaneyim
nârım özümdedir)

bu gece dalgın gemiler
geçiyor yine kıyılarından gözlerimin
gene de tek başıma Çin
ordusuyum karşısında kederin
keder ki acı’nın ağır abisi
kim hesaplayabilir ki hayal kırıklığımın hacmini

(yüklemi hep aynı nesnesi çok
bir cümle Aşk dediğin
aslında ben nâra aşıkım
Aşk bana nâr)

bu gece buruk bir anons olup geçiyorum
haber ajanslarının sarhoşluğundan :
dikkat ! kederden kanayan ağır
bir yalnız için acele Aşk aranıyor...

(aslında her Aşk ‘görülmüş’
eski bir mektuptur, kalbimin
köhne çekmecelerinin dibinde
hangi birinize ağlayayım
ne çok terk ettiniz beni be!

Serkan ENGİN

Sonbahara Dair

Hüzün kadar tatlı, hüzün kadar buruk duygular tattıran bir mevsim Sonbahar. Sararan yapraklarda oynaşan yağmur damlacıkları, güneşin ışınları var. Hazan mevsimi denir nedense; farketmesini bilenler için içinde binbirtürlü güzelliği barındıran Sonbahara. Renkler cıvıldaşır onda; yeşilin yanına kızıl, sıcak kahverengi ve sarı tonlar eklenmiştir. Güneşin arsız pırıltıları ile kızıllaşan bu yapraklar renk cümbüşü kazandırır hayatın manzarasına. Yeni bir pencereden bakma zamanıdır artık dünyaya; şairlerin, aşıkların gözünde açılan pencereden. Tatlı bir hüzün dolar yüreklere, insanın içini ürperten hafif bir esintiyle. Herbiri farklı dünyalara açılan gözlerle camlardan bakanlar görülür. Çizgiler arttıkça yüzlerde bu güzel mevsimin anlamı farklıdır, anlattığı da...

Yağmurun tadına varmak bu mevsim için geçerlidir. Yağmur kokan sokaklarda yere düşen damlaları seyretmek, hayatı düşünmek, hayatın anlamını düşünmek.

Bir ses duyulur sessizliğin ortasında. Dolu dizgin hayallere yol verme vaktidir artık. kimi zaman ıslak titreyen sokaklarda, kimi zaman sıcak loş odalarda...

Kah solgun, kah neşeli gölgeler gezinir tecrübeyle olgunlaşan yıllarda. Düşen her yaprak dün gibi yaşananları hatırlatır. Geride kalan boşluk ise bir daha o yıllara dönüşün olmayacağını.

Hercai yıllar, hercai düşünceler geride kalır. Dalgın gözlerin odaklandığı kitap sayfaları misali birer birer çevrilir sonbahar güzelliğinde hayat kareleri.

Sonbahar bir yanda soğuk günleri hatırlatan, ömrün son demlerini yansıtan, diğer yanda tarafsızlığın, huzurun ve tadına doyum olmayan güzellikleri sere serpe önümüze buyur eden mevsim. Seninle olmak ne güzel. Seninle güzellikleri paylaşmak, yakmayan güneşi hissetmek, üşütmeyen esintilerle kucaklaşmak, yağmurla arkadaş olmak; şemsiye altında ya da yavaş yavaş ıslanarak.

Sonbahar... Hüzün kadar tatlı hüzün kadar buruk güzel mevsim.
Veysel Karani Topçu

Sayıklamanın Yalın Hali

İnsanın parmakları farklı uzunluklarda oluyor. Oysa hamamböcekleri hiç evrim geçirmemiş. Geçen gün bir tanesiyle sohbet ediyordum, o söyledi. Şu geçen yıllarda uzun zaman harcadım basit şeyleri ögrenmek için: Isınan hava yükselir, işleyen demir ışıldar. Bazen düşlerimiz de kafiyelidir. Bir masalın bitip, bir yenisinin başladığını anlamak zordur, geceleri yorganın altında gerçekler fantastik desenlerle bezenmiştir. Nükleer kıyametten sonra geriye sadece o küçük yaratıklar kalacak. Adam olmuşsun ama bir serpintiye dayanamıyorsun, yazıklar olsun. Güneş şimdiye kadar hep doğudan yükselmiş, yetkili ağızlardan bundan sonra da öyle olacağını duydum. Evlenme yaşin geldi ufaklık, bir yuva kurup mutlu olmayı hakettin artık. Hiç, serçe parmağım biraz daha uzun olsaydı diye düşündünüz mü? Hayatınızda neler değişirdi? Değişik birşeyler olduğunda, bunu farketmek için olduğumuz yerde durmak şart mıdır koşul mu? Tırtılların alfabesinde soru işaretleri yoktur, onlar yanıtlarını işaretlerler. En sevdiğim şarkıların orta kısımlarının tadını çikaramam çünkü başinın tadını çikarirken, aynı zamanda bitişinin güzelliği için sabırsızlanırım. Dişlerimiz olmasaydı, mutluluğumuzu göstermek için ne göstermemiz gerekirdi? Lisede sıfıra her yönden yaklaşabilen bir çocuk, ilkokulda dörtten beşi çikaramaz, “çikmaz” denmiştir ona. Düşüncelerin birbirini takip etme zorunluluğu yok sanırım. Öyle olsaydı bir süre sonra hepimiz aynı şeyi düşünür olurduk. Kapıları bilmiyorsan dört duvar arasına sıkışmışsın demektir. İstemediği yerlere götürür insanı zihin. Beğenmiyorsan girme boşuna bu işe. Perhiz yap, yama yap, hap yap. Kaçan kurtulsun. Kanatlarını kopar avavilerin, bir ipe bağla bacaklarını, üzüm salkımı şeklinde örgütlen. Kazdığın çukurlarin üzerine soğan ek, bıraktığın izlere basarak geri dön evine. Sorumluluk al, sorumluluk bırak. Oyalan biraz, gün batımına az kaldı. Vaktin kalırsa biraz böceklere imren. Abdest al, abdest boz. Evrim bir yastıkta kocatsın, sevdiklerine kavuştursun sevenleri. Karar al, karar ver. Hiç yapmadığın kadar susuzluk yaşa, bütün muslukları aç ama içme. Hayal kur, kırıklığına uğra. Ellerini göğsünün üzerinde birleştir, fazla ileri gitmemeye özen göster, sadece birleştir. Dünyanın eteğini kaldır, altında gördüklerini ezberle. Yedi kere göz kırp, üç kez ipe un ser, sonra unut bildiklerini. Söylediklerimi unut, söylemediklerimi hatırla. Bir kibriti kır, dişlerini kurcala. Duvarlardan takvimleri indir, saatini lavaboda unut. Bir hafta uyu, ama bunu bilme. Her uyandığında organlarını say, eksik varsa çarsiya git, yenisini al. Uzun bir yolculuğa çik, yanına harita alma. Yoldan çik, yola gir. Uçamazsın, çikar bu fikri aklından. Yerine hemen birşey koyma, bekle ve gör. Kokla, yakala ve sarıl. Dokun, içine gir, dışında kal. Akarken doldur, dolduruşa gelme. Çok yaşa, ben de göreyim. Artık ellerini ayırabilirsin, ileriye gitmek artık serbest. Ama gitmek istemeyeceksin, ne göreceğini biliyorsun. Nasıl olacağını, neden olacağını anlattım sana az önce, anladığına eminim. Güzel olmak için içmene gerek kalmadı, ama iç gene de, dostlar alışverişte görsün.

Sınırlar üzerlerine basınca kendiliğinden silinirler. Güneş, doğduğunu ya da battığını düşünmez. İnsan eli açıldığında doğal olarak yukarı döner. Isınan hava yükselir, işleyen demir ışıldar. Öldügümüzde arkamızdan kimler ağlayacak, kimler düşünecek. Evrim bile hamamböceklerinden yanayken, üzülmek niye? Bir kere kalkıp oturdun mu, uyanmak kolaydır. Uzun bir yürüyüş olacağını tahmin ediyoruz. Küçük olduklarına bakmayın, nükleer felaketten sonra dünyaya onlar hükmedecek. Kendilerini öldürmeyecek kadar akıllı olduklarını sanıyorum. Geriye dönüp baktığında geçtiğin yerleri hatırlamayacaksın. Unutmak erdemdir, hatırlamak engel. Daha da ileriye gidilebilecektir elbette, bildiklerini unut ufaklık. Görmediklerimizi merak eder, yaşamadıklarımızın hayalini kurarız. Akıl böyle çalisir, beğenmeyen kullanmasın. Düşündükçe varacağın noktalardan korkma, seni tamamlıyorlar. Okuduğun her sözcükte bir sır arama, bilgi apaçık ortadadır. El yordamıyla tanıdım hayatı, sana da tavsiye ederim. En yakın yıldıza bile ulasmak yıllar alır, eğer adımlarını sayarak gidersen. Bırak yol aksın ayaklarının altında, sen de biliyorsun ki, ölüm yok bunun sonunda. Bütün verileri, kıstasları, göstergeleri, karşilaştırmaları, ölçü birimlerini unut: elinde hiçbirşey yok. Kendini öldürürken bununla övünüyorsun, yok olurken tadını çikarmaya çalisiyorsun. Kendine çok güvenme, bir serpintilik ömrün kaldı. Oysa çok güzel şeyler yapabilirdik seninle, (virgülü bile ne kadar uzaklara yerleştirmişler) ayırdılar bizi.
Aytaç KIRAN

Gece

Yıldızları birer birer tutup sevgiyle çarpan yüreğime koyuyorum. Gökyüzünde yalnız gezen yıldızları yüreğimde buluşturuyorum. Derken hüzzam bir şarkının ritimleri, cennetsi bir hayale salıyor beni. Kaldığım odanın balkonundan gecenin insanı büyüleyen o harikulade sessizliğine Eğrigöz dağının ihtişamını da katarak bırakıyorum kendimi. Çünkü, gecenin mavi soluğu bir genç kızın kalbinin atışından daha yumuşaktır. Daha yumuşaktır, sevgilisine göz kırpan gözün kirpiklerinin bir birine dokunuşundan.

Durmadan gecenin patika yokuşlarında, yüreğimdeki sevgiden aldığım cesaretle yürüyorum. Gecenin gizeminden ürperen ve gecenin aydınlattığı aşktan yüreği titreyen insanlara yaklaşıp aşkı soruyorum korka korka... Gecenin huzur veren kokusuyla bir nefes gibi düşüyorsun yüreğime, aşktan üşüyen elin şakağıma konuyor, başımı okşuyor uyandırmamaya özen göstererek... O da sevilmekten çok acınmaya yakın olduğumu bildiği için, ellerindeki rüyamı hep benden saklıyor. Sanki gökten toprağa tane tane inen yağmurların bir inci gibi içime yağan sevgi damlacıklarını da hep sonraya bıraktığı gibi.

Yıldızların altındaki bulutlardan inen yağmurun sesinden daha güzel bir beste duydunuz mu hiç? Gece yağan bir yağmur gecenin karanlığı kadar mahrem, onun kadar doğal, onun kadar gizemli ve saydam bir sevgili gördünüz mü hiç? Gördünüz mü, sizle gece gibi bütün esrarını paylaşan ve sizi gece gibi örten bir sevgili? Geceleri gök yüzünü o parlak bedenleriyle kuşatan şiir tadındaki göz kırpmalarıyla yüreğimize huzur veren, arzulu fısıltılarını penceremizden duyuran yıldızların senfonisini işittiniz mi hiç? Aşk gecenin karanlığında gökten bir yıldız gibi yağınca, uykuya yeni dalmış sevgililerin rüyaları şenlenir. Uyanık olan sevgililere de binbir gece masallarını hatırlatır.

Gecenin esrarını oluşturan melekler, sevgililer için güler ve sevgililer için ağlar geceleri pencerelerin camlarına karşı, sevgi sözcükleri işitmeye alışkın kulaklarına doğru uzaktaki sevgilinin. Ve gece günlerdir yorulan yürekleri yatıştırır, ellerinden tutarak sevgilileri düş ülkesinde birleştirir.

Artık yalnız sevgililer kaldı, gecenin harikulade güzelliği karşında sevinç gözyaşları akıtan...Çünkü gecenin gizemi sevgililerin yüreklerindeki gizeme vurarak bir dağılma oluşturur. Her bir sevgili, sevgilisini gecenin esrarında hissetmenin mutluluğunu yaşar. Ve gecenin en güzel sırları da yataklarında birbirini düşünen uyanık durumdaki sevgililere emanet edilir.

Şimdi bütün yıldızları serin bir Nisan gecesinde düşürdüm, yıllar önce seni bir Nisan gecesinde yüreğime düşürdüğüm gibi. Her “yıldızların altında” şarkısının veya “geceler yarim oldu” türküsünün tam ortasında da aşk için ağlayan gözlerini de... Ama bazı gecelerin esrarı, en güzel şiirin inceliğinde gizlenen aşk gibi, kalbime ilahi bir mesaj gibi iniyor.

Eğer gecenin esrarından etkilenen sevgililerin hasret şarkıları olmasaydı, gözlerine inmeye cesaret edemez, bu cesareti aldığım sözlerine etki edemezdim. Eğer hiç sevgin olmasaydı, gecenin karanlığına tutunup uzaktan uzağa ağlamazdım ve bunu kimseler de bilmezdi.

Eğer savdanın gece gibi gizemli yolarında yürümeyi denemeseydim, anlamsız bir ölümle ölmenin zalimlik olduğunu hiç bilemezdim. Gecenin her şeyi örten sevgi bahçelerinde sevgilileri bekleyen rüzgarları ve rengi fark edilmeyen kırmızı gülleri de...
Dr. Hamza Yaşar OCAK

Aşkının gelişi

Bir güneş gibi doğar aşkın, gecemin karanlığında kara dünyama.. Yok eder karanlıklara ait ne varsa. Gece gibi sarar ruhumu alır çıkarır çoban yıldızına. Her yer ilkbahar gibi tek rengin hakimiyetine girer. Her türlü çiçek açar gönül bahçemde; vadilerimden çay’lar coşkuyla akar, içindeki minnacık balıklarla... En kıraç toprağım filizlendirir en cansız tohumu... Dallarım yemişten tutunacak destek arar. Köy kızları en can alıcı manilerini söyler, köy delikanlılarının bir bohçalık yüreklerine... Bir kelebek güneşe uçmak ister yok olacağını bilerek. Deniz hüzzam bir saz eseri gibi titreşir. Beyin hücrelerim yüreğime doğru akar, beyaz bir bayrakla. Renkler senin için, kokular senin için, coşan gönül çay’ım senin için; aşkın bir güneş gibi üzerime doğunca. Sana herşeyim diyorum ya, herşeyim senin için.

Sımsıcak bir günün serin bir bahar gecesine dolunay gibi doğunca aşkın; tüm yorgunluğum yok olur, kurbağaların seslerinden yorulan beynime bir iksir olursun. Korkumdan bakamadığım yarasa bakışlardan, bir gecenin esrar dolu karanlığına nasıl bakılır anlatır aşkın. Sana sığınırım gecenin mateminde, bir müridin şeyhine sığındığı gibi. Bir yatak gibi ısıtırsın yüreğimi parlaklığı göz kamaştırırcasına... Ve ben, bakmaktan doyamayacağım gözlerine dolunaya bakar gibi bakıp, yorgun bedenimle dizlerinde uyumak isterim. Senin kucağında senin rüyanı görmek, ta sonsuza kadar.. Aşkın gecelerime dolunay gibi doğduğunda.

Aşkın dört mevsim gibi geldiğin de: ufuklarıma kar yağar bazen, ama vadilerim hep yeşil kalır. Tepemde güneş, bakmaya doyumsuz bir hal alırım. Gönül denizimin derinlikleri sakin ama yüzeyi çok dalgalı olur, bazen. Bazen de genliği çok yükselir sevda dalgasının, büyükçe bir sevgi alanına eşlik edercesine... Çok az zaman gönül okyanusumun yüzeyinde hırçınlık oluşur, dışarıda kasırga olsa da. Gözlerim tabiatın tüm renklerini yansıtır sonbahar gibi. Ya da, metrelerce karın altında bir tohumun canlılığı gibi aşkının baharını beklerim. Bazen de, ağustosun sıcağında kavrulan toprak gibi, yüreğim kavrulur aşkının sıcaklığında... Ya senin aşkın dört mevsimde farklı güzelliklere sahip, ya da ben farklı bakabiliyorum aşkının dört mevsimine.

Aşkının bir iklim gibi geldiği zamanlar da oluyor. Bazen bir bulutun dağı sardığı gibi sarar aşkın beni. Hiç bir yeri göremez olurum. Isılarım senin rüzgarınla buharlaşır, yeni bir bulut olup, üzerine yağmam için. Aslında benden yükselen sensin, aşkın mavi görünen aleminde. Aşkın bir yağmur gibi inince gönül bağlarıma, nisan yağmuru bereketiyle, ürünlerim bu yağmurla çimenleşir, olgunlaşır, renklenir ve tatlanır. Kar olduğunda doruğumda insanlar kova kova alır benden, kartatlısı yapmak için. Ya da, kuruyan dimaklarını ıslatmak için. Aşkın ister yağmur ister kar isterse dolu olarak gelsin hiç üşütmüyor dondurmuyor veya ben üşümüyor, donmuyorum.

Aşkın dalga gibi geldiğinde alıp götürüyorsun çok uzaklara. Çünkü, ben aşkının uzun dalga boyunda hareketsiz kalıyorum. Adeta eylemsiz referans sistemi gibi oluyorsun. Maksimum yaptığında aşkının dalgası, güzelliğini yukarıdan seyrediyorum. Minimum yaptığında ise azametinin karşısında büyülenip kalıyorum. Her iki duruma geçerken iki defa birbirimizi fit ediyoruz. Aşkın kısa dalgaboylarında geldiğinde; ben seni içime alıyorum. Yayılıyorsun bir nefes gibi benliğime. Beynim yüreğime hükmedemiyor çünkü sen yüreğim oluyorsun... Kısa dalgaboyunda geldiğinde aşkın; sen bende bir nokta, uzun dalga boyunda geldiğinde ise ben sende bir nokta...

Ve ben senin aşkının her türlü halde gelişini seviyorum.
Yani seni seviyorum.

Dr.Hamza Yaşar OCAK

18 Nisan 2007 Çarşamba

Eğer...

O’nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... Ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
Sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
Ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
Dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
Hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
Elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
Kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
Her şiirde anlatılan O’ysa... Hher filmin kahramanı O... Her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
Bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
İştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
İştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
Eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
Mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
Kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
Özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
Hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
Ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
Gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
Bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
Uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
Dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
Nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
Kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
Gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...O halde yarın sizin gününüz!.. "Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

Can Dündar

Seni seviyorum çünkü...


Seni Seviyorum Çünkü...
Her sabah kalktığımda yaşamak için tek nedenim, sen varsın ...Fakat seni sevmek için binlerce nedenim var ...
Seni Seviyorum Çünkü...Bu siyah beyaz dünyada tek renk sensin, Bir ressamın fırçasından çıkmış gibi ...Ama alalade bir renk değil,Gökkuşağının her tonunu gölgede bırakan bir renk ...
Seni SeviyorumÇünkü...Bu soğuk günde içimi ısıtan bir esinti gibisin ...Hafiften esiyorsun, iliklerime işleyerek ...Sonra da kaybolup gidiyorsun, daha nereden geldiğinianlayamadan ...
Seni Seviyorum Çünkü...Seni Sevmekten başka bir şey gelmiyor içimden ...O kadar doğalki bu duygu ruhumun derinliklerinde,Sanki doğduğumdan beri var ... Sadece ortaya çıkmak için seni bekliyordu ...
Seni Seviyorum Çünkü...Sensiz bir yaşamı artık düşünemiyorum ... Sensiz bu kuru dünyada yaşamaktansa, ölümün soğuk nefesini öpmeyi bir daha hiç seni görmemektense hayata arkamı dönmeyi tercih ederim ...
Seni Seviyorum Çünkü...Ne zaman bir aşk şiiri duysam, mısralardan sen akıyorsun ...Ne zaman eski bir şarkı gelse kulağıma,Gitar telleri arasından süzülen notalar, seni getiriyor bana ...
Seni Seviyorum Çünkü...Sen hep benimlesin ...Gözümü kapatmam yeterli seni görmem için ...Tatlı narin tenini ...
Seni Seviyorum Çünkü...Gözlerinin içinde binlerce yıldız,Gecenin karanlığını delip geçiyor ...Bana bakarken kendimi yıldızlara tepeden bakıyor gibi hissediyorum ...
Sen Seviyorum Çünkü...Benliğim sana ait ...Sen onu buruşturup çöpe de atabilirsi,Kalbine yakın bir yere de koyabilirsin ...Tanrım !!!O kalbine yakın bir yerde olmak istiyorum ...
Seni Seviyorum Çünkü...Sen sensin ...Ama sen beni ben olduğum için seviyor musun ???Onu kim bilir ...
Seni Seviyorum Çünkü...Seni Sevmeyi Seviyorum ...Seni koklamayı seviyorum ...Sana dokunmayı seviyorum ...
Seni Seviyorum Çünkü...Saçların ellerimin arasından kayıp giderken,Dünyada cenneti bulmuş gibiyim ...Bir an elimde tutuyorum o cenneti ...Bir an sonra belki de tamamen ellerimden kayıp gidecek ...
Seni Seviyorum Çünkü...İçimde bir umut var ...Bu şiiri belki başucuna koyarsın ...Kimbilir belki yanına da ''Kırmızı'' bir gül ...
Seni Seviyorum Çünkü...Tanrı çiçekleri yaratırken seni de onlarla beraber yaratmış ...Papatyadan güzel,Zambaktan asil,Manolyadan tatlı,Gülden daha güzel kokulu ...
Seni Seviyorum Çünkü...Güzelliğine melekler imreniyorlar ...Dünyada ise,Ölümlüler arasında galiba bir tek benim gibi bir iki şanslı Onu fark edebiliyor ...
Seni Seviyorum Çünkü...Ölene kadar, yok olana kadar seninle olsam,Bu herhalde bir ceza gibi gelir,Daha çok senle olamadığım için ...
Seni Seviyorum Çünkü...Senin tarafından Sevilme fikri bile bir insanı hayatı boyunca mutlu edebilecek kadar güzel ve asil ...
Seni Seviyorum Çünkü...Seni anlatmak için mısralar yetmiyor ...Düşünüyorum bir kış gecesi bunu yazarken,Acaba kaç şair senin güzelliğini anlatmak için binlerce mısra yazdı ...
Seni Seviyorum Çünkü...Senin gülümsemen güneşin doğuşu gibi,İnsana her şeyi unutturuyor,Sadece seyredip tadına varma hissi uyandırıyor ...
Seni Seviyorum Çünkü...Bu kadar nedenden sonra bile SENİ ne kadar SEVDİĞİMİ anlatamadım.
Angel

Neredesin?

Günler güz yaprakları gibi birer birer dökülürken ayaklarımın dibine, ben her gece karanlığa dikip gözlerimi senin aydınlığını bekledim. Sen yoktun... Binlerce adim attım bu kentin sokaklarında. Her köşeyi, her parkı, her ağacı ezberledim. Sevdaya bulanmış her kaldırım taşında senin adini aradım. Sen yoktun... Evlerin duvarları birer birer üzerime yıkıldı. Her bir hücremin acısını ta yüreğimde hissederken beni enkazın altından çekip alacak elini aradım. Sen yoktun... Özlem şarkılarını ezberledim. Kimini bağıra bağıra, kimini fısıltıyla söyledim. karanlığa haykırdım hasretimi. Sesimi duyacaksın diye bekledim. Sen yoktun... Senden gelecek bir tek haberi bekledim. Saatler asırlar gibi geldi, geçmedi. Çalan her telefonu yüreğimin deli bir çağlayana donen atışlarıyla açtım. Senden başka duyduğum her seste hep ayni hayal kırıklığını yaşadım. Onlar beni duymak istiyordu, bense seni. Sen yoktun... Seni aramaktan yorgun düşmüş bedenimi karanlığın kucağına uzattım her gece. Bir an önce sabah olsun diye uykunun beni çekip almasını istedim. Olmadı. Kaç gece sabahı ettim gözlerimi kapamadan, Kaç gece merdivendeki ayak seslerini dinledim gelen sensindir diye. Sen yoktun... Her yağmurla birlikte hüzün de yağdı bu kentin üzerine. Bulutlar yalnızlığın işaretiydi benim için. Beni ıslatan yağmur Olmadı. Ben senin özleminle sırılsıklamdım her mevsim. Hayat merhaba dedi bahara çiçek çiçek. Uzun kıştan sonra gelmez dediğim göçmen kuşların donuşunu gördüm. Sen yoktun... Her istasyon her otogar adresim oldu. Bir trenden inersin sandım. Otobüslerdeki her yolcuya sensin diye baktım. Ya da yolculuklara vurdum kendimi. Kimsenin uğramadığı köylere, adi duyulmamış kasabalara gittim. Senden bir iz aradım. Sen yoktun... Denizin sonsuz maviliğine umut bağladım. Kıyılarda tükettim bekleyişlerimi. Hep sensiz gemiler geçti limanlardan. Ben gemicilerin hasret türkülerine eslik ettim. Sen yoktun... Gözümden bir tek damla yas akmadı. Onlar sana aitti, sana kalmalıydı. Kimselere söyleyemedim acılarımı. Bekleyişimin öyküsünü kimselere anlatamadım. Nice fırtınalar koptu yüreğimde. Dalgalar dövdü hayallerimi. Sığınacak bir liman, yaslanacak bir omuz aradım. İçimi dökecek bir insan aradım. Sen yoktun... Her gece ay paramparça oldu. Her gece yıldızlar birer birer duştu sokaklara. Yıldızları saçına takip gelmeni bekledim. Ayı avucunda bana getirmeni bekledim. Ve bir güneş gibi doğup aydınlatmanı bekledim bu kapkara dünyamı. Ama... Sen yoktun...
İdil

Sana "seni" yazıyorum..


Güneşin başka iklimleri aydınlatmaya, başka gönülleri ısıtmaya gittiği şu saatlerde, kâğıdı, kalemi elime alıp, seninle dertleşmek, yalnızca sana yazmak ve yalnızca seni özlemek geçiyor içimden. Sana yazmak. “Sana Seni Yazmak”.
Seni ve yüreğimde anlam bulan duyguları. sana ait yüreğimin derinliklerinden kopup gelen artçı şokları anlatmak. ve toprağı alnından öperken yağmur taneleri, tüm benliğimle sana yağmak istiyorum.
Bu gece dudaklarımdan dökülen her kelimede sen varsın ve yine sen varsın, yarım kalan sevdamın eksik taraflarında. bomboş ve sessiz kaldırıkmlarda yürürken seni haykırıyorum sensizliğin inadına. bu sensizlik gecesinde sevdamın en ücrâ köşelerine seni yazıyorum.
Bu gece gene yağmur yağıyor. Yağmur yağıyor gönlümün sensizlikle yanan her yerine. Yağsın, yağsın ki saklasın sensizliğimde döktüğüm gözyaşlarımı. Ve yine saklasın sensiz geçen bomboş hayatı.
İşte seni haykırıyorum sensizliğe alışamamış sine-i püryanıma, işten seni yazıyorum.
Bu gece gene yağmur yağıyor. sen yoksun oysa biliyorum ve üşüyorum sensiz kaldığım saatlerde. göz yaşlarımı efkârıma kattım bu gece. sevdamı, umudumu ve seni kızgın bir sel gibi kalbime akıttım.
Bu gece yağmurla birlikte göz yaşlarım yağıyor ve ismini yazıyor sensizliğin acısı ile kıvranan kaldırımlara. süzülen her damlada sen vardın ve yine sen vardın gecenin en karanlık anında. O, doya doya bakamadığım gözlerin, gözlerimin içine bir kez daha değseydi ve tebessümünden bir gül açsaydı yanaklarında, yetmez miydi? Bir bakışın bir ömre değmez miydi, ey!
İsmini kazıdığım kaldırımlara sanki sen yağıyorsun yağmurla birlikte ve sevgin yağıyor yüreğime. yalnız ve bomboş odamda sen varsın hâlâ. Hâlâ sensizliğim duruyor yanıbaşımda.
Bu gece gözyaşlarım yağıyor sensizliğimle birlikte kaldırımlara. Seni arıyorum, erimekteyim. karanlık geceye inat ay bu akşam gökyüzünde.
Ve gökyüzü, yüreğimde
Mehmet COŞKUNDENİZ

Özleme dair...

Özledim seni...
Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...
Beynimi uyuşturu­yor özlemin...
Çok sık birlikte olamasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlı­yorum.
Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime sapla­nan bir sızı olmaktan çıkıp mütemadi bir boşluğa dönüşüyor.
Sabahlara seni ok­şayarak başlamaları akşamları, her işi bir kenara koyup seninle başbaşa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, hırlaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, se­vimli ha­şarılığını, çocuksu küskünlüğünü...
Nasıl da serttin başkalarına karşı be­ni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken...
Hasta olduğunda, o korkunç kriz ge­celerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... o şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek...
"Atlattı" müjdesini kutlarken yor­gun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi:
"Yaşayamaz artık bu evde... yüksek binalar ve be­ton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... ve kendine yeni bir hayat çizmeli..."
Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana...
Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unut­mandan geçtiğini bilmek...
Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" de­mek...
"Beni ne kadar ça­buk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sa­na ne zor...
Sesimi, kokumu çe­kip alıvermek beynin­den, sesin, kokun hâlâ beynimdeyken...
... seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakma­nı istemek senden...
... yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...
... ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlik­te güneşlendiğimiz on­ca yazı, yanyana titreş­tiğimiz onca kışı, pay­laştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, ar­kandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...
... ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...
... yokluğunu beklemek, ne zor...

* * *

Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engel­leri aşıp terkedilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları. yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden...
Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum.
Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere özgü bir terkedilme korkusunu da yüre­ğimin derinlerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve
"Geri dön bebeğim" demek istiyorum:
"Geri dön... kulüben seni bekliyor..."
Can Dündar

Hayatı tersten yaşamak

Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir.. Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu. Nasıl mı ? Cami'de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içersinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette. Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak. Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi hazır. Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev.... Altmışlı yaşlara kadar herşey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaşlar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. Bir gün çalışmak iştiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoşgeldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz.. Ve Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz. Herkes karşınızda elpençe divan...Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz. Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade.....Aman ne güzel günler başlıyor... Derken birgün patron size artık üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada babanız ortaya çıkmış, "fazla çalıştın" diyor "artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçlığın benden olsun..." Keyfe bakar mısınız ? Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, Diskotekler, Kızların sayısı artıyor. Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık.... Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" diyorlar...Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz. Derken Anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor. Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır. Bir gün karanlık, ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz. Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz. Ve günün birinde müthiş bir olayla hayatınız bitiyor.... "
CAN YÜCEL' DEN

17 Nisan 2007 Salı

Umudum oldu gözlerin!

Gözlerinden bir yudum nefes alıp alıp sana yazıyorum yine. Yürek mürekkebiyle yazılmış onca karalamaya inat seni yaşıyorum satırlarımda. Sen ve ben. İki ayrı kentin sabahında aynı güneşle uyanan iki sevdalı. İmkansızlığın içinde, yokluğun acı nefesinde " aşkı " soluyan iki yürek. Boşver gülüm. Suyla ateşin, geceyle güneşin birbirlerini sevmesi gibi imkansız olsa da aldırma. Yağmuru dilenen kuru toprak gibi her sabah nefesini soluyorum ben. Güneşi bekleyen kuru yaprak gibi akşam kızıllıgında seni bekliyorum. Biliyorum hicbir zaman kapımı çalmayacak ellerin, hiçbir zaman ellerini tuttugumda avuç içlerin terlemeyecek. Bırak bu dünya bize hasret borcu olsun. Hasretlikler hep demir parmaklıkların ardında kalsın. Kavuşmasın sırtlarımız birbirlerine. Değmesin dudaklarımız dudaklarımıza. Sevgi bu değil mi ? Yokluğunda bile sevmeyi bilmek. Aşkı yücelten bu değil midir ki ?. Bak şehrime yağmur yüklü bulutlar konuk olduğunda ben seni ararım her damlasında. Saçlarımı ıslatan bir yağmur damlası kadar berraktır sevgin.. Musluğu açıp avuç içlerime akan suyu delice içmek. Çünkü içtiğim sendin. Kana kana yüreginin deryalarındaki nefesi içtim her defasında.

Gözlerim bağlı halde karanlıkta merdiven inerken hep senin sevdana yürür gibi emindim adımlarımdan. Başımı kaldırdığımda bulutlar kanap açıp gözlerinin içinde sıcak iklimleri gördüm. Dokunduğum herşey de ellerinin sıcaklığını aradım durdum. Oysa ellerini hiç tutmadım ki !.. Baktığım her noktada gözlerinin derinliğindeki umudu sevdim. İnan gözlerini hiç yakından görmedim ama hep seni yaşadım. Rüzgarın hep senin saçlarına ılık meltem gibi dokunduğunu bildim. Görmeden sevmeyi, dokunmadan hissetmeyi öğrendim.

Sen gülümsediğinde gecekondu pencerelerinde cicekler açar. Her nefes alışında gökyüzüne nice yıldızlar kanatlanır. Yağan yağmur kadar bereketlidir gözyaşların. Engin denizlerin içinde sakladığı berraklık kadar yalındır bakışların. Ve saçların, rüzgar bile kıyamaz saç tellerini savrulmaya. Biliyorum bu hasret mapuslugunda günleri saysam da, bu özlem her gün acılarımı kanatsa da ben seni sevdim. Yüreğinin içinde büyüyen bir cocuk gibi gözlerinde gülümsüyorum hayata. Ben seni gözlerinde biriktirdiğin düşlerle sevdim.

Seni sevdiğimden beri kuşluk vakti kıyamadığım gözyaşlarını kelebeklerin sırtında taşıyan bir yürek oldum ben.Gözbebeklerinden süzülen nemli yaşları baharların koynunda kuruyan ciceklerin köklerine sundum her defasında. Öyle değerli ki ; gözlerinden süzülen yaşlar , imkanım olsa o nemli yaşlarınla ciceklerin yüreklerini yıkardım..Seni sevmek böyle duru böyle yalın bir aşk.. Seninle her gece yıldızların sağnağında sana düşlerimi sundum. Bir an hayat yokusunda yorulsam, kenar köşelerde değil ben senin yüreğinde " nefesini " soludum. Reyhan kokulu gecelere inat ben senin kokunla yetindim. Rüzgarın keman çaldığı ve yıldızların nağmelerle bestelere gebe oldugu vakitlerde hep seni düşledim. Sevgini soframdaki ekmek gibi bereket bildim. Ben senin gülen yüzünü sürdüm arsız yaralarıma. Uykusuz yüreğime ayazlar çivileri reva görseler ben senin sacların daldım rüyalara..Seni düşündüm zamanın ötesinde. İmkansızlıgı sevdim. Gözlerindeki nemin saflığını, gözyaşların duruluğunu ve iki dudağın arasında hayata hediye ettiğin nefesini sevdim.

" Bilir misin Nefesinde baharların soluduğunu ?
Bilir misin her gece
Yetim kuşların yüregine dolduğunu ?
Bilir misin her gözyaşınla
Topraktan yeni filizler doğduğunu ?
Uzaklar da bir adamın
Senin her gülüşünde
Hayata sımsıkı tutunduğunu
Bilir misin ey yar ?
Kasım Düşleri

Usulca Öperek Gözlerimden..Düşlerimi Alsana Kollarına

Sırrım,yasağım,sebebimsin bu karmaşık dünyada, nefesimsin soluk soluk tertemiz dağ havası gibi içime çektiğim.... Bir çocuk masumiyetiyle beni sürekli gözünden sakınır gibi koruyan anamsın babamsın. Yoldaşımsın sırdaşımsın gönüldaşımsın her derdime ortak olan...Sevdiğimsin... Eşimsin... Ruh eşimsin..Ama rahat değilsin yeterince, bunu biliyorum. Bir şeyler aklını deşiyor. Kalbine bir sızı veriyor olmalı o son sözlerim, hareketlerim...Benim sevgi sağanağımda ıslanmadan yürümeyi başaranlardansın sen birtanem..Yangınımsın sensiz gecelerde beni yakan, sabrımsın sensiz saatlerde teselli veren, mutluluğumsun, umudumsun uzaklardan bana nefes gibi içimde dolanan, damarımdaki kansın sıcacık içimde dolanan, çarpan kalbimdesin her an her dakika hissettiğim... Yalnızlığımın yaşamla kırılma noktasında ve pes edeceğim o kötü anlarımda karşıma çıkıp bana hayatı sevdiren ve yaşanılası yapansın sen.Hiç farkındamısın..Gecenin tam ortasında yüreğim haykırıyorsa seni susmalı evren, hiçbir ses yüreğimden daha anlamlı ve derin konuşamaz ki bu saatlerde.Dinle hayatımın yoldaşı, sen dinle beni. Yüreğinin kapılarını arala biz seninle konuşmadan anlaşabiliyoruz sadece beni hisset bu gece...Yüreğini verdiğin ben, sana mühimmat taşımak istiyorum, bu bir türlü içinden çıkamadığın ve hep bir savaş verdiğin sevdamıza... Usulca öperek gözlerimden...Düşlerimi alsana kollarına...Sabaha az kaldı küçüğüm.. İnandığın zaman aşk’a...Kıskanırsın...Kıskandığın an’da.. Zaten aşksın...Benim aşkım..Sende farklı bir tarafı var hayatın..Farklı bir yüzü...Daha farklı bir tadı..Eskimeyen..Hiç eskitmeyen..Hep beni sevdiğini haykıran...Seni seviyorum...

Göğsündeki sıcaklığa düşür beni

Benzemedin,hiçbir şeyin anlamında yoksun, türetemedim seni, gözlerinin el değmemiş ayrıntılarını sana sunarken, hiçbir şeye benzeyemedin sen.Ne bileyim, boynu bükük bir yol hikayesiyim sadece, kapıların ardında başlayan ve biten, herkes gibi...
"Bir gece olur da göz yaşı dökersen herhangi bir şey için, eğer ben de yakınında bir yerde olursam, eğer yüreğimin yastığı mis gibi bahar kokarsa teninden tenime yığılan; sakın aldırma, sokulabilirsin gözlerime gözyaşlarınla,tadınla yaşamak istiyorum özünü..."
yazmıştım geceye gelmeden, uyumamıştın daha, yağmur yağıyordu gerçekten, sokağın başındaki sarhoşun naraları taciz etmiyordu üst komşuyu, ağlamaklı bir kadın geçmiyordu evin önünden, ve ben seni bekliyordum... masum gece kucağını açmadan gelirdin oysa...
Kusursuz bir düştü alnıma dayadığım, geldiğinde okuyacaktın dudaklarınla, beğenmediğin yerlerini değiştirirsin diye de kurşun kalemle yazmıştım hepsini, olur ya; üç beş yıl değil, bir ömür yazarsın oraya diye. Sonra deniz kenarında oturduğumuz karanlık yüzlü kentleri mum alevinde seyredeceğimizi de yazmıştım, değiştirirsin de aşkla dünyamızı aydınlatırım seninle yazarsın diye. Bekledim ben.Gelmedin
Gittiğin günleri bir bir yazıyorum beyazlığa, herkes gülüyor buna, anlam veremiyorlar, dalgasında çoğu, ayrılığın ölümdende beter günlerini kanımla yazdığımı bilmiyorlar, herkes siyah bir rakamı okurken, gözümden damla damla akan yaşla seni haykırdığımı görmüyorlar. Bir Ömrün Özlemi gibi, bıraktıklarının koca bir kenti yıkıp da özgürlüğün marşını dağlara ezberlettiğini duymuyorlar... Beklemek yüzümün güneşli yanı, seninle tanrıyı yeniden görmek;oysa hiçbiri; dilimden düşen harflerin yıldızları vura vura göğü kana buladıklarını, oysa hiçbiri maviye boyanmış bir denizin nefesinde ağlayan çocuk sesini, oysa hiçbiri, her gün fırtınadan kopupda ömrümün tam ortasından beni paramparça eden aydınlığını...ama her gün... ama her gün, ama her gün tekrar tekrar binlerce kez aynı aşkla yaşamıyorlar... ...
Bende bıraktıklarını uçurumun kenarından seriyorum dünyama... Her şey tutundu yine hayatın dallarına,tek sen, yalnızca kızıl saçlarınla sen gelmedin ölümün kıyısından...
Bana...
Bu kentin bütün sokaklarına adını yazdım bu yüzden. Geceden çaldığım her nefesle buladım duvarları.Sen koktu yedi ömürlü İstanbul...Issız türküler söyledim sabahlara dek, seher yeline çiviledim bakışlarımı...
Sensizlik isyan tanrıya, sensizlik kilitliyor zamanı, sensizlik başka bir şey, sensizlik, sensizlik işte...
Gözlerine çıkan sokağın kaldırımlarında oturmuş, sana ağlıyorum,
evet, hâlâ...
Ayışığı akıyor sabaha,ve dilimdeki tek şarkı, sloganı oluyor bu şehrin; GöĞSüNDeKi SıCaKLıĞa DüŞüR BeNi...

Gitme Üşümesin Baharlarım

Gitme, koca şehirde yapayalnızlık kalmak istemiyorum. Gidersen, sensizliğin içinde hangi duvar avutabilir beni ?..Bırakma beni karanlıklara...Alışkın değilim sabahları sensiz uyanmaya....Gitme umudum...Uçurumlardan esen rüzgarlarda tek başıma bırakma beni.....Acıya kanattığım umutlarımı toprakta ezip gitme...Düş yorgunu gecelerde her sokakta seni aramak acıtır yüreğimi.Her köşede sensizliğe ağıtlar yakmak sonum olur ömrümün. Dur gitme...İçimdeki çocuğun ağlayacak hali kalmadı...Gidersen, uykulara dalıp unutacağım mı sanıyorsun o gözlerini ?...Sorarım sana ; kolay mı tahta beşiklerde hasretini uyutmak ?....

Yıllarca cebimde biriktirdiğim gözyaşlarımı sende kurutmuşken gitme...Simsiyah bulutlar çöreklenmesin üzerime. Baharın koynunda uyanırken gözlerimi karanlıklara kapatmayayım...Gitme ince sızım...Uzak dağlarına yüreğimi sürüp sana koşmak isterdim ama sırtım kanlı ve yüreğim yaralı...Buğulu camlarda bıraktığım düş mavisi umutlarımı yetim bırakma...Sürgün misali yalnızlığında soğuk prangaları sırdaş bilmek istemiyorum...Yitik bir yüreğin baharlarında açmış dikenleri serme ellerime..Batarsa kanar, kanarsa yaşayamaz yüreğim....Gitme ..Ardından bakakalmasın gözlerim tozlu yollara...İsyanlara bürünmesin gülen yüzüm....Ne olur gitme alınyazım.

Acılarımı tütünle sarıp bir sigara dumanında çekerken içime, gitme..Dayanamaz bu can gidişine...Rıhtımlara her gece gözyaşımı boşalttırma beni...Ezik yüreğimi karların üzerine serme...Sana koşan ayaklarımda hüznün kirli denizlerine sokma beni...Mavilerin arasında kaybolur giderim....Umutlarımı alıp gitme gül yüreklim...

Hangi denize sığdırabilirim ki sensizliğin acılarını...Hangi ilaç dindirir sensizliğin sancılarını...Bu dert içimde kabuk bağlar..Solmak istemiyorum kırık aynaların suretinde...Hazanlar girer gelinciklerin gülümsediği bahçelere...Göğümden tüm göçmen kuşlar kanatlanır ucsuz bucaksız diyarlara...Dur gitme....Yalınayak sahillerde gezinmeyeyim....Ellerim dikenlerde avunmasın...Gidişinle yüreğimi yaralarda bırakma ne olur...

Şiirlerim kederimle, yüreğim gidişinle ağlamasın...Gülen gözlerime hicranlar inmesin...Bereketin ıslattığı toprağıma siyah bulutlar çöreklenmesin...Uçurumlar büyümesin duvarlarda...Pencerelerde kalmasın ıslak gözlerim....Yorgun düşmesin ayaklarım...Gitme iki gözüm...Bırakma beni tek başıma firkatinde...Düş fakiri olarak gezinmek istemiyorum şehrin ölüm kokan sessizliğinde...Ne olur gitme sevdiğim.

Uyandırma beni ayrılıklarınla..Gitme diyen dudaklarım senden sonra kanamasın....Üşümesin senin sevginle gülümseyen gönül bahçem....Acılarımı unutmuşken sancının kavrulduğu ateşlerde ısıtma beni...Benek benek açan çiçeklerim mevsimsiz solmasın...Saçlarına düşen yıldızlar göğsüme ayrılığının hançerini sokmasın..Gitme canımdaki son can...

Senin gözlerinden, senin yüreğinden başka bir sığınağım yok sevdiğim.. Gitme ne olur...Yetim kalmasın yüreğim....

Sanal Mektup

Kandırma kendini; okudukların sadece soğuk harfler.
Baktığın şey kağıt değil, yazılarsa eski, güzel kalemlerden çıkmış satırlar değil. Hayat artık daha kolay; masanın üstünde biriken kağıt yığınları yok, kaleminin mürekkebi bitmiyor, gömlek cebinde ise lekeler oluşmuyor artık...
Dayanmaya çalışıyoruz, ama kolaylık her zamanki gibi ezip geçiyor. Düşünceleri, duyguları okumak için para ödemek zorunda değiliz aldığımız bir kitap ardından. Hatta bu satırları yazarken arka planda çalan "mp3" melodileri dinlerken ben de o melodilere emek harcayanları hiçe sayabiliyorum...

Orta yaşı çoktan geçmiş biri olarak nostaljinin "kızıl" renginden kopmamaya çalışıyorsam, benden daha "büyükler" olarak aranızdan birkaç kişinin işi çok daha zor. Kitap kokusunu alamamanın burukluğu ve elinde "somut" bir şey tutmadan fikirlere ulaşmanın "garip"liği dolaşıyor etrafımızda...

Kitaplar da gidecek, biliyorsunuz değil mi? Yavaş yavaş ağırlıksız ve bedensiz düşünceleri okuyacağız. Okurken de yazanın el yazısından kişiliğini anlama lüksünü kaybettiğimizi fark edeceğiz.
Önümde "17 inch" bir "kağıt" ve ellerimin altında 106 tuşun 30 - 35 tanesinin dışındakilerini pek kullanmadığım bir kalem var. Arkamda duran "eski" ve "güzel" kitaplara sırtımı dönmüş yazıyorum. Her şey daha kolay ve çabasız…

Gözlerimi hafif sağa kıpırdattığım zaman kimlerin bu "sanal" dünyanın içinde gezindiğini görebiliyorum. Onlar bir sandalyede otursalar da artık orada değiller. Yumuşak hatlı nesnenin üzerindeki tuşlara dokunarak dünyanın başka bir ucundaki, nerede, nasıl durduğunu bile bilmedikleri ve hatta düşünmedikleri bir bilgisayarın "HardDisk" ini çalıştırıp oradaki "birler" ve "sıfırlar"dan nasiplerini alıyorlar...

1024 "çarpı" 768 pikselden oluşan dünyanın içerisinde varolmaya çabalarken, bunun bir eğlence ve zaman geçirme aracı olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyorum galiba. Düşününce "Matrix" fena fikir değilmiş gibi gelmiyor ara sıra...

Kaçıyoruz galiba "her şey" den buralarda. Somut olamayan insanlar ve somutlaşmak istemeyen düşünceler uçuşuyor etrafta. İletişim yanıp sönen "imleç" anlamına geliyor aslında ama ne çok duygular yüklüyoruz sınırlı harflere ve silikçe duran satır sahiplerine. Yaratmanın uzağında dolaşırken, diğer yandan da yarattığımızı sanıp "ASCII" güllerle ilan-ı aşk ediyoruz sanal güzelliklere...

Zemheri Umutların Sevdası

Güneş gibi sıcak, toprak gibi bereketliydi yüzün...Öylesine bir bereketliydi ki gülüşlerin ; gülümsediğinde karlı dağlarımda efil deyen rüzgarlara inat kınalı cicekler filizlenirdi...Farkında mıydın bilmiyorum ama sıcak iklimlerin bestelenmiş düşler vardı kirpiklerinde.. Yokluğunu çekerken gecenin avuçlarında, saçlarını koklardım rüzgardan bana miras kalanlarıyla...Yağmur kokardı saçların..Bozkırımda yıllarca bereket damlalarına hasretin üstüne değdi mi ellerin, kirpiklerimden yağmurlar başlardı vakitli vakitsiz... Yalnızlığıma ağladığım günlere inat, mavi okyanuslarda umut diye seviyorum seni.Her gülüşünde topraklarımdan düşleri kanatlandırıyorum bilmediğim fakir iklimlere...
Hatırlar mısın seninle göz göze geldiğimiz zifiri karanlığı? Senin gözlerinden yaralı ırmaklar dökülürken; ben yıldızları topluyordum satırlarımdan. Aşkımıza dupduru sularda yıkanan yıldızlar şahitti...Yakasında güllerle gözlerimize düşen gecede sevdik birbirimizi. Bilmediğimiz bir coğrafyanın içinde sevdaya yol aldık seninle..Kangren gecelerde ıslandı birbirimize söylediğimiz aşk kelimeleri..Biliyorum, uzun ve bir o kadar sevdaya gülümseyen yolculuğun peşinde gidiyoruz..Sevdayı azık diye gönül heybemizde taşıyacağız. Bir bekleyişi anlatacak dudaklarımızdaki nakaratlar..Hep türkülerde anacağız hasretin yanıklığını..Sevdayı utangaç yanakların kızıllığında fidelenen tohumlarda arayacağız.
Biz seninle ; birbirini hiç görmemiş kentin sokaklarında sevdaya esen rüzgardık. Yüreğimizde büyüttüğümüz varlığımızı, hep uzaklardan sevdik v sonsuza kadar da seveceğiz.Adlarımızı hep suskunluğun harfleriyle ıslattık..Andığımız her mutluluk cümlesinin sonunda sevdamızı bıraktık.Özlemleri, yağmurlarla; acılarımızı umutlarımızla erittik..Biz seninle umuda gülümseyen yetim çocukların ıslak yüreği idik...Hasretin içinde aynı sevdayı anlatan iki kelimeydik...
Seninle acıya nasırlanmış ellerin- beyaz tuvallere bırakılan umuda gülümseyen çizgileriydik..Bozkır yalnızlığında yağmura hasretini gözyaşlarıyla anlatan topraktık...Biz acıları konuşmaktan öte sonra dilsiz sevdaların iki kuluyduk...Acının suratına ayazların tokat gibi indiği zamanlarda, şakaklarımızda ezmedik mi içimizde biriktirdiğimiz hasreti ? Bıkmayacağız kum saatinden akmayan saat dilimlerine..İsyana değil, sevdanın avuçlarında büyüyecek yüreklerimiz...Biz seninle avuç içlerimizdeki kavuşma anındaki terin nasıl olduğunu bilmeden, Cennet kokulu terimizle kaç kez yıkadık vuslata giden yolları.
Biz seninle, severken bile birbirine hasretle susayan, yokluklarda ise sevdaya yanan iki yürektik işte..Yazgının avuçlarına ömür kaleminden damlayan iki damlaydık..Mutluluğa hasret, acıya müebbet iki ömürdük seninle....Sevda ırmağında birbirine akan iki gözyaşıydık..Zemheri artığı umutlarla gecenin dudaklarına yapışan bir sevda..Varlığını en büyük mutluluk bilen iki yürek bizimkisi...Baharlara veda busesini değil de, mutlulukların karanfil kokan öpüşlerini yapıştıracak iki kulduk biz seninle...
Korkma ey yâr; gözyaşlarını güllerin yüreğine serdiğim için . Aldırma ne olur karanlıkların elem kokan bakışlarından..Gözyaşlarımız, mayası olsa da yaşanmamış hikayelerin; Ahiretin vuslatlarına şulelerini yakmadık mi yüreklerimizde ? Bu gönül mahpusluğun sonunda gözlerimizle sevdayı öpmek yok mu ey yar. ? Bırak; kavuşmalarımız hep yüreklerimizde saklı bir düş kalsın..Gökyüzümüze kangren gece sonrası intihar kokan şafaklar serilsin.Aldırmayacağız gönül bahçemize sürgün edilen ayazlara..Ayazlar koparsa da çiçeklerimizi üzülme ne olur..Yüzümüzün bozkırlarındaki kardelenleri, menekşeleri kim koparabilirdi ki Yaradan`dan öte..İliklerimize kadar bir ömür hasret yağmurlarıyla ıslanacağız..Ömür şemsiyesini açsak da hasretinin hafakan çığlıklarında üşüyecek yüreklerimiz..Üşüsek bir serce edalı yangınlarda ısıtacağız düşlerimizi..Bu dünya` ya hasreti ekip, Ahirette yüreklerimize ektiğimiz sevdayı biçeceğiz... Seni seviyorum gülüm.
İsmail Sarıgene

Her sevmek, hem de nasıl bekle

Ümit Yaşar`ın Ayrılanlar İçin`ini Timur Selçuk ezberletmişti hepimize.. Meğer bir de "Bekleyenler İçin`i" varmış, bu birbirinden güzel aşk şiirleri yazan ustanın..Bugünün gençlerine üzülüyorum, birbirlerinin kulağına aşk şiirleri fısıldamıyor, Ümit Yaşar`ı tanımıyorlar. Özdemir Asaf`tan haberleri olmadığı için, "Bir kelimeye bin anlam" yükleyip birbirlerine seslenemiyorlar.. "Üçüncü Şahsın Şiiri"ni yazan Atilla İlhan onlar için Cumhuriyet`in politik yazarı..
Daha eskilere, Necip Fazıllara falan gitmiyorum, mesela
Beklemek üzerine o muhteşem satırları yazan.. "Ne hasta beklerdi sabahı/ Ve ne genç ölüyü mezar/ Ne de şeytan bir günahı/ Seni beklediğim kadar" diyen Necip Fazıl`ı..
Geçen hafta Yalın`ın "Bir Tanem"ini yazmıştım.. "Bir tanem" nedir onu anlatarak.. Meğer ne çok insanın içindeymiş, bu iki minik sözcük.. Telefonlar.. Fakslar.. E- mailler.. Hiç aklımdan geçmeyen kişiler "Kestim sakladım" diye telefon ettiler..
İnsanın "Bir Tanem" diyeceği birinin olması harika bir şey.. Onu anlatırken, bir iki satır da, Bir Tane`yi beklemeyi anlatmıştım.. Mazoşist bir coşku ile beklemeyi..
Bekleme acısını tatmanın güzelliğini yazmıştım, araya sıkıştırıp.. Oysa üzerine romanlar yazacak kadar uzun konuydu..
Bir Tanem`den evin anahtarını geri istemiştim, bir defasında.. Bu eve bir daha gelme" anlamına değil tabii.. O belki de öyle anlamıştır bilmem..
Evin anahtarının onda olması nedir, bilen bilir..
Günün her saatinde, dakikasında, anında beklersiniz.. Anahtarı var ya.. Canı isterse gelebilir.. Ne zaman canı isterse..
24 saatin 24`ünde de beklemek.. Hergün beklemek.. Durmadan beklemek.. Can mı dayanır?..
Gelmez haspam..
Anahtarı geri alınca işkence bitti sanırsınız.. Öyle ya, artık her an beklemek yok.. Geleceği zamanı bildirir, telefon edip, siz de sadece o anı beklersiniz biter gider..
Keşke o kadar kolay olsaydı.. Bu defa bir başka bekleyiş başlar.. Bu defa telefonun zilinin çalmasını beklersiniz.. Çalan her zilde onun sesini beklersiniz.. Dahası sürpriz yapmasını, ışığı görüp aniden kapıyı çalmasını beklersiniz.. Çalan her kapı zilinde onu beklersiniz..
Çünkü aslında sevmek, hem de nasıl beklemektir..
Bir dost "Beklemeyi yazmışsın, ama senin yazdıklarını yıllar önce hem de nasıl anlatan Ümit Yaşar`ın dizelerinden haberin yok, belli dedi..
Yoktu gerçekten.. Ben ki, Ümit Yaşar`ı ezber bildiğimi sanırdım..
"Yolla" dedim..Yolladı..Bu dizeleri satır satır okuyun.. Her satırı on kez okuyup, yüz kez düşünün..Hiç böyle beklediniz mi?.Hiç böyle beklendiğinizi düşündünüz mü?..Hey koca Ümit Yaşar.. İşte Bekleyenler İçin!..

Bir ayak sesi duymayayım
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir sarı saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
Her şey bana seni hatırlatıyor
Gökyüzüne baksam
Gözlerinin binlercesini görürüm
Bir rüzgar değse yüzüme
Ellerini düşünmeden edemem
Yaktığım bütün sigaraların dumanları sana benzer
Tadı senden gelir
Yediğim yemişlerin
İçtiğim içkilerin
Ve içimdeki bu dayanılmaz sıkıntı
Bu emsalsiz hüzün
Seni beklediğim içindir.
Resmine bakamaz oldum
Uykulardan korkuyorum artık
Utanıyorum odamdaki bütün eşyalardan
Şu sedir hala gelip oturmanı bekliyor
Şu ayna karşısında güzelliğini seyretmeni
Şu kadeh dudaklarına değebilmek için duruyor masada.
Ve şu saat geldiğin anda
Durabilir sevincinden
Zaman çıldırabilir
Çünkü benim dünyamda
Ölümsüzlük, seni sevmek demektir.
Bir çocuk doğmayı bekler
Bir ağır hasta ölmeyi
Bitkiler yağmur ve güneşi bekler
Yalnız bir kadın sevilmeyi
Ve düşün ki bir adam
İçinde bütün bekleyenlerin korkusu ve ümidi
Seni bekler
Asılmayı bekleyen bir idam mahkumu gibi.
Sen gelinceye kadar
Pencerem kapalı duracak
Rüzgar gelmesin diye
Artık perdeleri açmayacağım
Gün ışığı girmesin diye
Sonra kahrolacağımBu karanlıkta, bu derin yalnızlıkta
Ve günlerce gecelerce haykıracağım
Nerdesin diye, nerdesin diye,
Bir gün bu kapıdan sen gireceksin
Biliyorum
Ergeç bu bekleyişin bir sonu gelecek
Yıllarca sonra
Öldüğüm gün bile gelsen
Bütün bu bekleyişlerimi ve öldüğümü unutup
Çocuklar gibi sevineceğim
Kalkıp sarılacağım ellerine
Uzun uzun ağlayacağım.
"Öldüğüm gün bile gelsen..
"Böyle bekleyiş olur mu?.. Olur dostlarım olur..Öyle beklersen, kavuştuğunda öldüğünü bile unutursun gerçekten.. Öldüğünü de.. Öldüreni de..Şiir güzel şey dostlarım.. Sevmek kadar güzel..
Hıncal Uluç

Seni İçimden Terk Ediyorum

Binmediğim hiç bir otobüs
Beklemediğim hiç bir durak kalmadı bu şehirde
Gittikçe azalıyor hayat
Neyi erken yaşadıysam
Hep ona geç kalıyorum
Sana göçüyorum her sonbahar
Yolların çıkmıyor aşkıma
Unuttuğun yağmurların adı saklımda
Seni içimden terk ediyorum

Susmaktan yoruldum
Kuşlar ve şarkılar bu şehri terk edeli beri
Efkar demliyorum gözlerimdeyaşlarımı, yanağıma varmadan öldürüyorum
Tam sancağımdan yaralıyorum kendimi
Alnını yüreğime dayadığın güne bakıp
Seni içimden terkediyorum

Ne unutacak kadar nefret ettin
Ne hatırlayacak kadar sevdin
Yıkık bir duvar kadar bile pişman değilsin biliyorum
Beni hep bulmamak için aradın
Yanılgımdın
Yandığımdın
Yangındın

Sensizliğe yenilmek
Sana yenilmekten zor olsada
Ardımda bir sürü "belki"ler bırakarak
Seni içimden terk ediyorum

Şimdi
İçimde öldürecek bir anı bile bulamayan
İki yarım kaldık
Tamamlayamadık bizi
Elinden tutamadık yanlızlığımın
Saçlarımıda uzaklarına gömdün

İçimin mavisi senin okyanusundandı
Al! geri veriyorum.
Kilitleri hep yanlış kapılara vurdun
Devrilmiş vagonlara dönerken gözlerim
Sana bensizliği terkediyorum

"Yârime uzanmayan bütün dallarım kırılsın" demiştin
Aşk içinde doğmuşsa nereye kaçabilirdi?

Ne tuaf değil mi?
İçimi acıtanda sendin
Acımı dindirecek olanda
"Ya öldür beni"dedim
Ya da git benden
İçi bulanık bir sevdanın ucunda
Seni kaybettim
Aldırmadın aldırmalarıma
Bir gecede yakıp yârini
Şafaklara sattın ihanetini
Küllerime basanlar bile utandı yaptığından
İşte soluk bir ömrün son nefesi
Benden
İçimden
Terkediyorum
Kahraman Tazeoğlu

Konuşamıyorum

Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin
Ürkek şaşkın kararsız duyuyorum
Ve sen bir gökkusağı kadar güzelsin
Rengarenk ve az sonra gidecek görüyorum
Ve ben yağmurlar altında bir yolcu
Islak yorgun tutkulu yürüyorum
Sensiz ben yolumu bulamam
Haykırmak istiyorum
Konuşamıyorum konuşamıyorum konuşamıyorum
Konuşursam gözyaşlarım beni boğacak
Biliyorum duyuyorum görüyorum konuşamıyorum

Bu ayrılık akşamında sen sustuğuma bakma
Konuşmaya gücüm yok beni anla
Söyleyemediklerimi bak gözlerimden anla
Herzaman yanımda kal hiç bırakma
Sensiz ben yolumu bulamam
Haykırmak istiyorum
Konuşamıyorum konuşamıyorum konuşamıyorum
Konuşursam gözyaşlarım beni boğacak
Biliyorum duyuyorum görüyorum konuşamıyorum

İlhan İrem

11 Nisan 2007 Çarşamba

Her Gün Seninle

Güzel olan
her günü seninle tekrar tekrar yaşamak
erimek yarını olmayan zamanlarda
durdurmak bir yerde bütün saatleri
bütün kuralları kırıp parçalamak
sonra varmak o yerlere
mevsimlere dur demek
kar yağarken çiçek açtırmak ağaçlara
güneşi bir akşam saatinde tutup bırakmamak
sonra doldurmak ayışığını kadehlere
delicesine içmek
ve unutabilmek her şeyi ansızın
sevmek seni en yücesiyle sevgilerin
birlikte geçmiş, gelecek bütün çağları aşmak
güzel olan
sevmek seni Tanrılar gibi
seninle Tanrılaşmak

Bir gün bu akan sele dur diyeceğim
göreceksin
ne bu şehirler kalacak
ne bu duygusuz sürü
bu korkunç kalabalık
her vapur seni getirecek bana
bütün istasyonlarda seni bekleyeceğim
kapılar sana açılacak
senin için söylenecek şarkılar
şiirler senin için yazılacak
her evde bir resmin
her meydanda bir heykelin olacak
ve sen kimi gün bir rüzgar gibi
kimi gün denizler gibi, bulutlar gibi
kopup ötelerden,ötelerden
yalnız bana geleceksin
bir gün bu akan sele dur diyeceğim
göreceksin

Ben eskimeyen tek güzelliği sende gördüm
sende buldum erişilmez hazları
yanında sıyrıldım korkulardan, yalanlardan
duyguların en ölmezini sende duydum
susuzluğum dudaklarında dindi
yalnızlığım ellerinde
çoğu gün unuttum açlığımı
sende doydum
ilk defa seninle bütünlendim, anlıyor musun
anladım yaşadığımı her nefes alışta
seninle geçtim bütün zamanlardan
seninle var oldum
eridim seninle bir sonsuz çalkanışta

Boynunda bir yer vardır ben bilirim
ne zaman oradan öpsem değişir gözlerinin rengi
yanar dudakların, terler avuçların
dökülür kapkara bir aydınlık gibi omuzlarına saçların
gitgide artar kalbinin vuruşları
bir musiki halinde dünyamı doldurur
ansızın bütün sesler kesilir
zaman durur
bir başdönmesi başlar o en yükseklerde
her gün seninle yeniden varoluruz
eriyip kaybolduğumuz yerde.

Sesini duymadığım gün
yaşanmış değil
açan çiçek değil
öten kuş değil
yüzünü görmediğim gün
içimde yıldızlar sönük
güneşler güneş değil
seni sevmediğim gün
seni anmadığım gün
olacak iş değil

balıklar denize muhtaç
çiçekler toprağa ve suya
umutsuz yaşamıyor insanlar
dal yapraksız olmuyor
meyva ağaçsız
Tanrı bizsiz Tanrı değil
biz Tanrı'ya muhtacız
ve ben de sana muhtacım sevdiğim
su gibi, ekmek gibi
adın dudaklarımda
bir sabah uyanınca
nefes alabilmek gibi

Her günüm seninle geçsin
o güneşe en yakın
kimsenin varamayacağı bir dağbaşında
uçsuz bucaksız uzak denizlerde
insan ayağı değmemiş ormanlarda
uzaklarda, en uzaklarda
o gemilerin uğramadığı limanlarda
ışığım ol, alınyazım ol benim
vatanım ol, evim ol
yeter ki bir ömür boyu benim ol
her günüm seninle geçsin.

Ümit Yaşar Oğuzcan

Aynalardan Uzakta

Şimdi en açık renginde gözlerin
Şimdi benimlesin tüm kaygılardan uzak
Anlatılmaz bir şey var aramızda hazin
Şiir gibi bir şey seninle yaşamak

Bulutsuz bir gökyüzüdür güzelliğin

Yıldızların en parlak olduğu zamansın
Denizlerim senin kıyılarında sakin
Bırak ellerini avuçlarımda kalsın

Çirkin olan,fena olan ne varsa unut
Gözlerimin söylediği şarkıyı dinle
Ellerimizde sevgi içimizde umut
Bütün iyilikleri paylaşalım seninle

Aşkın büyülü sesini duyuyor musun

Şimdi onun gülleri açan güz bahçelerinde
Gitme ki günlerimiz gecelerimiz olsun
Çoban kulübelerinde balıkçı kahvelerinde

Varlığın dudaklarımda bir bal tadı

Yokluğun en korkuncu ölümlerin
Senden başka dindiren olmadı
Acısını içimde kanayan yerin

Benimle kal zaman bitinceye kadar

Benim ol yüzyıllar ve çağlar boyunca
Bir ömürdür seninle geçen dakikalar
Ölümden güçlüyüm sen yanımda olunca

Şimdi öyle büyük ki beraberliğimiz

Nabzın benim bileklerimde vurmakta
Artık bütün kaygıların ötesindeyiz
Benimle en güzelsin aynalardan uzakta

Ümit Yaşar Oğuzcan

Beş Dakika Bekle Git

Sen İstinye'de bekle ben buradayım
İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
Çünkü ben buradayım karanlıktayım
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git

Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor
Şarabım bütün ekşi suyum soğuk
Yanımda olmadın mı seni daha bir seviyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git

Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin
Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç
Karanlık adamlar hüviyetini sordu mu
Ben senin olmadığını arıyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git

Bana ait ne varsa seni korkutuyor

Sana ait ne varsa hiçbiri benim değil
Belki ölmek hakkımı kullanıyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git

Attila İlhan

Üvercinka

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Lâleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalanalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında Afrika hariç değil

Cemal Süreya

Nerdesin

Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar: - Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki, ben onu,
Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.

Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgara karışır gider.
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana: -Nerdesin?

Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben.
Elverir ki bir gün bana derinden,
Ta derinden bir gün bana ''Gel'' desin

Ahmet Kutsi Tecer

Seni Sevdim

Seni sevdim,
Seni birdenbire değil usul usul sevdim.
'Uyandım bir sabah' gibi değil,
Öyle değil nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve gün ışığı sislerden düşsel ovalara...
Seni sevdim...
Artık tek mümkünüm sensin.

Gülten Akın

6 Nisan 2007 Cuma

Bu yalnızlık benim

Gece karanlığın en tatlısını yaşarken hüzün makamında ezgiler çınlar kulaklarımda... Kendime benzettiğim yıldızlara bakıp kalp atışımı sayarım o vakitlerde. Bir beni bir de yalnızlığımı düşündüğümde kendimi hür bilirim. O tatlı yalnızlıkta dilime dökülen kelimeler daha bir koyulaştırır karanlığı... Ya yalnızlık sigara külü kadar yalnızlık ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi... Ve yalnızlık sigara külü kadar yalnızlık, değerini bilemedikleri sevdaları, değerini bilemedikleri dizeleri hatırladıkça gözyaşlarım eşlik eder sancılarıma, gözlerimde inmeyi bekleyen damla vuslatına erer. Gönlümün penceresini kapatırken yağmurların sesiyle uyanırım ellerini uzatmış beni bekliyor nurlar... Yağmura sarıldığım o hazin dakikalardan sonra yüreğimdeki güvercinleri uçururum, gözlerimde başlayan dinmez bir ilahi, baktıkça çürüten bir hercai gibi sarıyor harami yanımı... Islak, yalnız ve ürkek kaldırımlar oldum olası hep soğuk gelir bana... Asfaltların zift kokusuna yankılanır hüzünlerim. Ellerim cebimde, dudağımda ıslığım, beni sırılsıklam bir mecnuna çeviren yağmurla çıkmaz sokakların hepsini dolaştım. Yeni bir şarkının hengâmesinde bir başka sabaha kavuşurken yalnızlığım devrim yapıyordu. Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar yeryüzündeki dostunuz benim diye haykırıyordum semaya, tebessüm eşliğinde bakınıyordum etrafa beyhude geçirdiğim zamanıma acı bir gülümseme hediye ediyordum...Zaman ne de geçiyor sevdiğim. Saat 12’dir. Söndü lambalar diyordum kendime. Uyumak istemiyorum çünkü rüyama turnalar gelmiyor. Uyumak istemiyorum çünkü kâbuslar beni bekliyor... Bu gün kalbim yitik nameler peşinde. Uykuyu unutan gözlerim bir bilinmezi araştırıyor. Acaba yalnız olduğumu hissettiren gece mi? Hüzünlenmek için gece mi bekliyorum? Yanan bir yüreği ıslandığım yağmurla mı söndürüyorum?.. İçimde yankılanan bu sorulara mavilerini, denizini kaybetmiş martılar cevap veriyor. Martıdan duyduğum şiir beni sevda diyarına hicret ettiriyor. Sen nereden bileceksin ki içimde bir yağız atın vurulduğunu, martıların bir daha dönmeyeceğini ve mavilere yazılan bir hüznün son damlasının da ona gittiğini nereden bileceksin ki sen... Beni hıçkırıklara boğan bu dizeler yüreğimdeki yarayı kanatıyor, yalnız olmadığımı, içimde titrek bir mum edasıyla yanan ateşin olduğunu hissediyorum. Beni ağlatan dualar gibi gözlerimde başlayan bir sevdayı taşıyorum. Kuşanıp sevdamı düştüm yollara geri dönerim belki diye. Yol göstermesi için gözyaşlarımı döktüm attığım her adımdan sonra. Pervane böceği oldum sanki hani o ateşe âşık olup atmıştı kendini ateşe. Ateş uğruna ateşe atılmaktı istediğim... Kimseye söyleyemezdim yalnızlığıma sevdalandığımı merhamet abidesi kardelene yöneldim. Bulutların kulağıma fısıldadığı şarkıyı yalnızlığıma yazdığım şiiri bir de ağlayan martıları alıp yürüyorum sonsuzluğa sonsuz maviliğe doğru ilerliyorum Allah yardımcım kardelen yoldaşımdır şimdi...

Öyle seviyorum ki

Öyle seviyorum ki...
Ne büyük mutluluk bu. Gördüğüm en güzel şeysin. Senden öte tanımladığım başka hiçbirşey yok. Her şey senin adınla anılıyor benim dünyamda. Bütün çiçekler sen, bütün yıldızlar sen. Tanrının bana armağanısın ve artıyor her geçen gün sana hayranlığım. Gözlerinde aşk, yüzünde hayatın ta kendisi var.
Öyle gerçeksin ki...

Gözümü açıyorum sen, kapıyorum sen.. Hiç bitmeyen bir serüven. Günümün en keyifli anı, uyukumun en tatlı rüyası... Seni soluyorum, havadasın. Seni kokluyorum, doğadasın. Hele şimdi sonbaharsın. Ya da sonsuz bahar. Seni yaşıyorum, canımdasın. Canımsın... Sarılsam sana, bin yıl geçse, bir an bile ayrılmasak... Ten tene, yürek yüreğe sonsuz baharın en aşk dolu iki yaprağı olsak. Ağaç ağaç gezip, yeşersek, açsak. Yere düşsek, sonra yine kalksak. Seni bilsem, bir tek seni. Seni görsem, bir tek seni. Sesin sarhoş etse beni...
Öyle içimdesin ki...

Bir saniye iste benden sensiz geçirdiğim, veremem. Sensiz geçecekse geçmesin zaman, istemem. Seninle yeniden doğdum, yeniden doğuşun kanıtıyım ben. Senden önce geçen zamanı, sana ulaşmak için yürüyerek geçirmişim, kimmişim bilememişim. Şimdi başımı çevirip geriye bakmıyorum bile. O yol yüründü ve bitti, artık seninle yürünecek bambaşka bir yol var önümde. Yorgunluk nedir bilmeyeceğim, hiç şikayet etmeyeceğim ve bir tek adımda bile tökezlemeyeceğim uzun, aşk dolu bir yol....
Öyle aklımdasın ki...

Ah, sensiz kalmıyor muyum, bazen yıkasım geliyor gördüğüm bütün duvarları. Ardında seni bulurum sanıyorum. Ne ayrı koyduysa bizi, zaman ya da yollar, bir kalemde silesim geliyor. Sana dokunmamı engelleyen ne varsa, bir kadehi yere çarpıp tuzla buz eder gibi parçalamak istiyorum. İsyanım taşıyor, kendi öfkemden korkuyorum. Ve kavuşmak... Bunu düşünmek içimde kırılan tüm aynaları tamir ediyor. Mavi bir yağmur başlıyor, ıslanıyorum. Maviye boyanıyorum. Beyaz güller geliyor aklıma, gülümsüyorum.
Öyle özlüyorum ki...

Sen ol, hep ol, benimle ol, bende ol... Sendeyim ben, yüreğimi koydum yüreğinin üzerine. Aşk bu, başka isim arama. Hem de en koyu, en deli, en tutkulu... Öğreneceğim çok şey var sana dair. Bilmediğim çok şey var. Ama bir şeyi çok iyi biliyorum... seni öyle çok seviyorum ki “aşkım”...

Senden bir tane daha yok bu dünyada

Gülümsemeyi asla unutma. Gözlerinin içi gülsün gülerken, bakışların pırıl pırıl olsun ve her zaman nemli kalsın göz pınarların.
Unutma kendini sevilebilecek bir insan haline getirmeyi ve ondan sonra da kendini sevip kendine sarılmayı.Zamana güven ve onun senin en büyük dostlarından biri olduğuna. Acılarının ve felaketlerinin ancak onun koynunda uyuyabileceğini unutma.
Unutma. Başına gelenlerin günün birinde kişisel tarihinin ayrıntılarından biri olmaya mahkum olacağını unutma.Her çiçek sevgilin olsun, her sevgilin ise bir çiçek. Açık tut gönlünü tüm güzelliklere.
Yasalar, günahlar, yasaklar sen olduğun için vardır. Ve sen bir tane olduğun için şu koca dünyada, gir günaha çekinmeden, çiğne yasayı.
Aydedenin sihrini gönderdiği gecelerde uyuyarak çalma hayatından saatlerini. Gecenin içinde yolculuğa çıkmayı unutma.İçinde hiç ölmeyecek bir gençlik virüsü yarat ve kaç yaşında olursan ol, her zaman yirmibeş yaşında kalman gerektiğini unutma. Asla taviz verme seni sen yapan yanlarından. Onurlu bir yasam sürebilmen için, sartlar ne olursa olsundirenmeyi sakın unutma.
İçindeki seni katletmeye kalkma sakın. Kendine vuracağın her darbenin seni senden biraz daha uzaklaştıracağınıunutma. Korkma mahallenin delisi olmaktan. Doğrucu Davutlar ne kadar çoğalırsa mahallende, hayat mutlaka daha iyiyegidecektir, unutma.
Hatanın affedilmeyecek olanından kaç, ama hata yapmayayım diye de yakıp geçme yıllarını. Unutma ki, hiç hata yapmayan bir insan yapabileceklerinin en iyisini yapamamış demektir hayatta.
Korkma insanca korkularından. Ve korkunun kendisinden çok, onun beklentisinin daha korkutucu olduğunu unutma.
Bir anlamı olsun kendinle yaptığın kavgaların.Ve hep ileriye taşısın seni kavgada attığın her adım. Açık bırak pencereni ve sabah güneşinin, rüzgarı önüne katarak perdelerle yapacağı raksa dönükolsun bakışların.
Küçücük mutlulukların görkemine inandır kendinive gülümse. Umutların bitmesin asla ve umutların bittiği yerin, hayatın da bittiği yer olacağını asla unutma.Ve şaire kulak ver:
" Senden bir tane daha yok bu dünyada."

Yüreği elinde bir çocuktu ruhum sana

Evet anlamlı olmalıydı her geçen günün bize kalan hatıraları. Yanyana gelmeyi çok isteyen iki yürektik seninle. Kimler bıçaklamadı ki sevdamızı yüreğimizin tam orta yerinden. Yüreksiz kimlikleriyle. Kıskançlığı bu dünyanın hangi bilinmez çöplüğüne atmalı,hangi tutulmaz buluta asmalı bilmem. Bu kadar mı kıskanır insan yürekten sevdiğini. Sevdiği için bu kadar mı uykusuz kalır gecelerce.
Evet hepsi bu kadar değildi elbet. Daha fazlasıydı aşk zamanın kırık yelkovanları arasında. Yüreği elinde bir çocuktu ruhum sana. Kırmızı güllerin anlamını sende bulan. Ve her gelen gecenin sabahında fırtınalı denizlerine fırlatılan.
Şimdi dar bir koridoru tırnaklıyor düşlerim. Bir başında ben,diğer ucunda sen varsın. Ben hep buradayım,sen hep oradasın. Bu rüzgarı bir köşesinde oturduğun odamın kırılmış penceresinden çekiyorum saçlarına. Dayanamıyorum. Cam kırıkları içinde sana şiirler okuyorum. Gri renkli akşamlara dek sana yağmurdan kaçanlara inat ıslanıyorum.
Yolları hep ağzına aldığında mutlaka bir gidişin hüznünü yaşıyorum. Boşluğumda karanlık zamanların isyanı patlıyor. Ben zambak vadisinden hayatımda geçmedim. Ne var ne yok bütün bildiğim,yüreğimin gül bahçelerinde ayakizlerin tozlanıyor.
İyi bir ölüm olmalı bu uzaklık, hani şöyle ulaşılamadıkça sonsuza dek acılar çektirecek cinsten.Kitaplar arasına dalıpta aşklarını çaldığım şairler pazarında, eşine benzerine rastlanmayacak türden.
Daha çok senin olacağım dediğim saatler parçalanıyor içimde. Hani ellerimden tutupta, tırnaklanmadık bir yerinde bu aşkın, hiç mevsim kaldırmayacakmış gibi suskunluğuna düşen yalnızlık sevişmelerine bırakıyor beni sendeki aşkım.
Kimse duymasın, kimse bilmesin oldumu diyen dudaklarımızın dişlerimiz arasında gidip gelen sıcaklığı gibi.Gözlerin üzerine göz kapaklarımın kapanması ve fırtınaya yakalanmış geminin kamarasında aşkın günlüğünü yeniden yazar gibi.
Herşey akıp gidermiş,bildikçe sahnedeki oyunun sonunu,herşey bitermiş öylemi.?
Aklıma takılan her suskunlukta,uzaklara gitmeliyiz seninle. Bilinmeyen uzaklara. Geniş kanatlı kuşların şeffaf bakışlarından tutunarak bulutlara. Uzaklara gitmeliyiz seninle,çok uzaklara.
Ve kalmalıyız sen bir yerde,ben bir yerde. Unutulan bir doğum günü ertesinde. Ne anlatsa yürek, nasıl yalvarsa diye düşünmenin acizliğinde. Anlıyorum, yere bastığımı düşündürdüğün gün, gözlerinin yokuşuna sürülen bir bekleyiş benimkisi. Unutmak iş değil elbet, jöleli saçlarının masalara düşen gölgesinde duruyorum.Mum ışığında kırmızı oluyorum. Affetmeyeceğini biliyorum.
Ve iç çekiyorum nedense dönüp yüzümü kendime.Aynaları kırıyorum yüzümden öte geçmesin diye kimse.Görmesin,görünmesin kendi gözlerim kendine diye.Denizlerinin yosun kokusuna sarınan sahillerinin yalnızlığına bırakıyorum ellerinden kendimi.Yağmur başlıyor uzakları infaz edecekken.Sen geliyorsun, ayaklarımın altında yapraklar öpüşüyor, dudaklarıma kumlar yapışıyor ,oysa sen olman gerekirdi kumların yerine.Sen öpmeliydin beni yağmurların şerefine.Bunu sende biliyorsun.
Bana aşk'a ait ne varsa okutuyor geceler. Gözlerimi ağrıtan bir ekranın arkasına saklanıyorum senden. Keman çalıyorum,kitap okuyorum,şiirler yazıyorum sana. Dedim ya,krallar vadisi burası,ben ancak kralları öldürüyorum. Beni görebildiğin kadar yaşıyorsun biliyorum. Beni göremediğin kadar seviyorsun. Ağlamak yok değilmi şimdi,ve çekip gitmek satır aralarında zamanı eriten bir dünyanın,elde kalan yokluğuna.
Yaşanılan günleri unutmak kolay mı sanırsın. Bunu bana değil kendi yüreğine sor.Hüznün kabaran dalgaları ile boğuşmak ve denizfeneri sevişmelerinde gemilere ıslık çalmak kadar,taş duvarlara yaslanıp yalnızlık olmak. Benim gibi yazgıyı parçalayıp ruhunda yalnızlık kalırsın.Herşeye rağmen herşey güzel,anlıyorum,Bu uzaklık beni öldürecek biliyorum. Sende biliyormusun.?Biliyorsan yüreğime,Sadece üç kez dokun.

Sevdan sabah serinliğinde ak bir yol

Merhaba,
Yaşamak; bir deneyin kültürü...... Yaşamak; özgürce.... Yaşamak; bir sevgi yaratarak!..... Ne yazık ki bizler, bir süre sevilip sonra unutulacağız. Ve sevgimizin, bir sevgi yarattığını yadsıyarak belki de yoksayacağız birbirimizi. En insan yanımızı ortaya koyarak soracağız..... Kimiz biz ?? Neyiz?? Biz diye başlayan bir sürü cümleler sıralanacak art arda. Ben de; biz diye başlıyorum sevgili küçüğüm. Biz diyorum; düşüncelerimiz, anılarımız, düşlerimiz için en büyük birleştirici güçlerden biri değil miyiz? Biz; geçmişin, bu günün ve geleceğin tek kurtuluşu, inancı, umudu ve sabrı değil miyiz? Çoğu zaman iç içe, kimi zaman birbirimize zıt düşen, kimi zaman da birbirimizi uyaran dost, arkadaş, yoldaş değil miyiz? Biz; birbirimizin yaşamında kazanılmış değerleri koruyan, sürekli kılan, bu uğurda acı çeken değil miyiz? Biz kimiz küçüğüm, neyiz? Biz sevdiğim; birbirimiz gökten inen fırtınalara olduğu kadar, süreç içerisinde yaşadığımız fırtınalara karşı da ayakta tutanız. Aynı zamanda hem bedenimizle, hem ruhumuzla yaşadığımız acılarız, hasretleriz, hayalleriz, yasaklarız. Biz; bir başına düş kurmanın yalnız sığınaklarındaki sessizliğin tadına yine bir başına varanız. Biz; kurduğumuz düşlerde birbirimizin beşiği, sıcacık korunağı, katıksız aşıyız. Biz; geçmişle yitirilen zamanın peşine düşüp, yıkılıp gitmiş süreleri yeniden yaşayamayacağımızın bilincinde olmamıza rağmen umutsuzca zamanın akışını durdurmaya çalışanız. Ne dersin küçüğüm? Yoksa biz uzun yalnızlıklar sonunda, somut zaman fosillerini mi bulduk birbirimizin içinde? Bu yüzden mi bütün kapılar kapalı, bütün perdeler inik? Bu yüzden mi bütün yürekler sağır, dilsizler uzak, gözlerin bakışı yok? Bu yüzden mi yorgunum. Ölüm için bile? Yaşadıklarımız çoktan anı oldu. Anılarımız devinimsiz, her biri yerleştiği ölçüde sağlamca tutunmuşlar yerlerine. Bir sis bulutu arkasında giz yüklü, bağlayıcı ve yazgımız üzerinde baskılı. Sevgim bir sevgi yarattı. Ama kısacık Ama küçük mutluluklarla dolu, ta ki !........ Ve bir alıntıyla şöyle devam ediyor yazar; 'Ancak kısacık ve küçücük mutlulukları olabilir sıradan ve sahici insanların, bunu fark etmezler bile ve bunu sadece şairler fark edebilir belki. Kısacık ve küçük mutlulukları, sıradan ve sahici insanların; ancak şiire dökülebilir, şiir olabilir, başka türlü anlatılamaz. Kısacık ve küçücük mutlulukları sahici insanların ömre bedel olur. Bu bedeli hiçbir sıra dışı varsıl ödeyemez, parası pulu yetmez. Upuzun ve kocaman umutsuz mutlulukları yetmez. Zira her şeyleri vardır varsılların, umuda ihtiyaçları yoktur. Ve her şeylerinin var olduğunu sanan varsılların sadece umutları yoktur .Oysa, hiçbir şeyleri yoktur sıradan ve sahici insanların. Ancak kısacık, küçücük mutlulukları olabilir ve upuzun, kocaman umutları...... Bunu ancak sahici insanlar bilebilir, duyumsayabilir. Sahici ve sıradan insanlar bunu fark ettikleri zaman umutları devinir; DEVRİM olur.......' Sen kimsin? Nesin? Ne zaman yitirdin upuzun ve kocaman umutlarını? Kısacık, küçücük mutluluklarını hangi korkulara gizledin? Hatırla sevdiğim!!! En son nasıl bir resimdin ve bundan ötürü pırıltılıydı düşlerin? En son hangi Eylüldü aklında kalan? Ardında kalan ayak izlerinde kim iz sürüyor hala, peşin sıra? Ne zamandır yok sayıyorsun ve de ayıp; yaşamayı kendi adına? Sen hiç ağlamaz mısın? Sen hiç hüzünlenmez misin? Koparıp zincirlerini bir sabah vakti, bir sevdaya yoldaş olabilir misin? Yaz mevsiminde isyanı yaşayabilir misin yıllar süren bir suskunluğun ardından? Sonbaharda geçmişinle hesaplaşabilir misin, kış mevsiminde yenilgini yaşayabildiğin gibi? Peki!!!! Beşinci bir mevsimin de olsun istemez misin? Dört mevsimin İlk bahar olabildiği, gündelik hayattaki özensizliğin kırıldığı, iç dünyandaki çelişkilerinin aşıldığı yeni bir mevsim....... Hemen şimdi!!. Hemen şimdi DEVRİM Hemen şimdi!!!. Ya yaşamak ? Hemen şimdi.......... Sen sevdiğim; anlatabilir misin çocuk gözlerinle mutluluğu bir resimde? Kuralsızlığın kurallarını koyabilir misin? Karanlığın kenarında kızıl bir ateş yakabilir misin, tüm evreni aydınlatacak? Yaşadıklarını, Yaşamadıklarını, Yaşamak istediklerini, istemediklerini, yaşamayı, yaşamamayı anlatabilir misin kendine? Yitirilen çocukluğunu, yani yetmeliğini, genç yetişkinliğini yaratabilir misin yeni baştan? 'Sevdin mi seveceğin tüm kadınları? Yazdın mı yazacağın tüm şiirleri? Yattın mı yatacağın tüm mahpushanelerde? Geçtin mi geçeceğin tüm şehirlerden? Bütün uykularını uyudun mu? Gördün mü göreceğin tüm düşleri? Yitirdin mi tüm yitireceklerini? Dokundu mu tüm güzelliklere, ellerin, gözlerin, dudakların, bedenin? Diyebilir misin? Söyledim söylenecek tüm türküleri? Türkülerin sevdiğim; on beşinde; varoşlarda çığlıklanan kerpiç bir ev, on yedinde; çıkmaz bir yol, yirminde; taş kuyunun dibinde patlamaya hazır bir öfke, yirmi ikinde: bir kadının yarı ürkek teni, yirmi beşinde; hürriyetin dağlara vurduğun, çiçeklerin rengi yirmi beşin... Yoksulluğun, yorgunluğun, cigaranın ucundaki yüreğin. Dilledikçe; soğuğu, özlenen o sıcaklığa, karanlığı aydınlığa döndüren türkülerin. Bir başka sevdanın aleviyle yüklü aklından geçenlerde türkülerin. Kendinden gizlediklerinde, gizlemediklerinde. Okşadığın tende, giden gecede, hüzün e, onda bende, Anadolu’da bir dağın mavisinde, belki de yüreği yağmur altında bir kentte. Üç beş ay önce, geçen hafta, dün akşam, bugün, şimdi, hemen...... Vuruyor kurşun yarası gibi, yanık, yiğit, sıcak sesinle çığırdığın türküler.. Şimdi sabaha dönüyor gece. Gerçeğe karşı kendime sığınmalıyım. Seni sana, beni ben’e bırakmalıyım ya!!::: Son kez öpmeliyim dudaklarını, sarı lale kokan tenine son kez dokunmalıyım ve gitmeliyim, iri dalgalı yalnızlıklarda, anıları irin toplayan yaralara gömene dek....... Sana içimi susturdum küçüğüm, sana sustum; içimin içi susmuyor. Yalnızlığı, özlemi büyütürcesine, ince bir sızı gelip çörekleniyor, yüreğin duymuyor.... Dönüp dönüp geldiğim hep aynı başlangıç yavrum, iki gözümün bebeği yani; sevgilim, sevdiğim, uğruna sürgünlere gidip, geldiğim, yani; bitişim, bitiremeyişim, acım, direnişim, seni senden sakladığım, saklayamadığım, saklamaya çalıştığım yüreğim... Ömrümüz yetmeyecek gibi görünüyor, kısacık ve küçücük mutlulukları yaşamaya. Kendini tükettiğin gibi, gün gelecek fırtınaların, boranların, tayfunların bir yıldırım çarpımı parçalayacak beni ve sevdamı. Korkarım buna sevda da yetmeyecek...... Yine de senden bir şeyler bırakmalıyım geriye. Güzellikler kalmalı anılarda. Hoş bir gülümsemeyle, belki de biraz gözyaşıyla hatırlanacak şiirler, sesler, dizeler kalmalı senden geriye... Sevdam, bir sevda yarattı; toprağın, taşın, yaprağın içinden gözlerinden, ellerinden, teninden. Gül kokundan, lacivertten, yeşilden. Bir sevda yarattı sevdam; ay doğarken hüzünlenen denizden, on yıl geç kalan bir yolcunun gara girişi gibi Sevdam; sabah serinliğinde ak bir yol, bir ırmak kıyısı, ince ince göz alabildiğine yağmur, biraz Eylül biraz Nisan’da hüzün, bir sevda yarattı sevdan; ama zor, ama uzak, ve bıçak yarası gibi, Ve yasak, Ve MUCİZE.............